Millî birlik şuûru; aynı zamanda, millî kültürde ve medeniyette ilerleme ülküsü’nün hamle yapma kuvvetidir. Ahlâkta, ilimde ve san’atta, üstün hedeflere ulaşma emelinin tahakkuk etmesindeki temel unsurdur.
Bugünün dünyası, ne yazık ki, ilmî sahada akıl almaz başarılara imza atmasına rağmen; teknolojinin ulaştığı merhalede, insanlığa hizmeti, yine aynı akıl almaz uygulamalarıyla cinnete çeviren gayretleriyle hebâ etmektenöteye gidememektedir.
Teknolojinin gelişmesi, insanlığa refah, huzur ve saadet getirmiş midir, iyice düşünmek, sosyolojik ve p(i)sikolojik tahliller yapmak lâzımdır.
Elbette ki, bu tahlillerin yapılmaması mümkün değildir!..Peki, insanlığın huzur ve saadetine ‘tesiri’ nedir?
Şâyet sıhhatli ve müessir incelemeler yapılabilmiş olsaydı, bugünkü karmaşalar, ahlâkî çöküntüler, cinâyetler, cinnetler, katliamlar, sefâletler, zînâ, kumar ve açlık...yaşanır mıydı?
Yalancılığın başını çektiği, adam kayırmanın ve riyânın kol gezdiği mekânlarda, bunların gerçekçi bir tahlille açıklığa kavuşturulması mümkün olabilir mi?
Devletlerini yönetenler, şâyet yaptıkları uygulamada ve milletlerarası münâsebetlerde samimi olsalardı, bugünün dünyasında, bir tek, evet sâdece bir tane ‘aç-susuz-sefîl’ insan kalmazdı.
Demek ki, teknolojinin ilerlemesi, ‘ahlâklılığın’ gelişmesive yaygınlaşması mânasını taşımıyor. Yâni; teknoloji, eşittir, medeniyet değildir!..Bilinmelidir ki, burada, ahlâklılığı,medenîlik yerine de kullanmış oluyorum.
Medenî olmak, ahlâklı ve aynı zamanda âdil olmaktır.
Elbette ki, bütün kusurları/kötülükleri ‘sıfırlamak’ mümkün olmayabilir. Fakat, bu durumda, “İslâm devletleri’/ülkeleri” denilenlerdeki fecî hâlleri görmemezlikten gelmemizde, kendimize ihânet olur.
Bütün bu üstün meziyetlerin temelinde, kuru bir ‘adâlet’ kelimesi değil, ‘adâletli’ kelimesi, içi ‘ahlâklılıkla’doldurulmak suretiyle geçerliliğini muhafaza edebilir.
İsmâil Hâmi Dânişmend, “Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlâkı” adlı eserinde şöyle bir misâl verir: “Aslen İtalyan olan Fransız müelliflerinden (A. Ubicini)nin 1855 tarihinde Paris’de neşrolunan “La Turquie actuelle” ismindeki eserinin 333 üncü sahifesinde meşhur (Castellan)ın da kaydetmiş olduğunu yukarda gördüğünüz ictimâî nâmus menkabesi şöyle izâh edilmektedir:
“Hammalların nâmuskârlığı bizim Overniyalıları gölgede bırakır. Para torbalarını Galata veznelerinden harekete müheyyâ (hazır) gemilere ve gemilerden de veznelere taşıyan onlardır ve benim bildiğime göre şimdiye kadar hiç bir muâyenede hiç bir torba eksik çıkmamıştır. Bu vaziyette Türk milletinin darb-ı mesel hâline gelen nâmuskârlığının başlıca âmil olduğu muhakkaktır. “ (Bknz. Dânişmend, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul 1982, Sf. 33)
Peki...Şimdilerde, nerede yüzüyor, geziyor ve nerededalgalanıyoruz?!
İlimdeki başarı, Millî Eğitim Bakanlığı’nda ve üniversitelerde; ahlâkîlikteki başarı, -elbette ki, hepsi birbirine bağlı olarak- Adalet Bakanlığı verilerinde, kendini ortaya koymaktadır. Millî Eğitim ve üniversitelerimizdeki başarı değil, başarısızlığımız, ilgililerce ve istatistiklerde, dünya ölçülerine göre çok geri sıralarda olduğu defalarca açıklandı.
“Adâlet Bakanlığının, TBBM’ye gönderdiği 2020 bütçe raporunda Türkiye’de 355 hapishânede, 282 bin 703 mahkûm bulunduğu, 2019 sonunda 28 modern cezaevinin daha açılacağı bildirildi. “ (Milliyet, 24.10. 2019)
Bizzat devlet yetkililerinin açıkladığı bu istatistikî rakamlar karşısında, nereden nereye geldik demememiz için hiçbir sebep yoktur. Hele de “modern hapishâne” tâbiri, kulağa, ne kadar da hoş (!) geliyor, değil mi?!
Kaldı ki, ahlâken beğenmediğimiz 43 Avrupa ülkesi arasında en fazla cezaevine sâhip olan devlet de biziz!..
Ne yazık ki, ‘ağız-dalaşından’, kendimizi murakabeye çekmeye fırsatımız olmuyor. Her saat başı, birbirine lâf yetiştirmeye çalışan bir topluluk, çâre üretmeyi kendisine vazîfe değil, şahsî emelini tahakkuk ettirebilmek için, “polemiği” sâdece bir gözboyama vasıtası görmektedir.
Meşhûr F(ı)ransız roman yazarı Claude Farrere (1876-1957), “Türklerin Mânevî Gücü” adlı eserinin “Türk Şuuru” başlı bölümünde şöyle der:
“Yeni Türkiye’yi saran en bulaşıcı, en kötü mikrop, şüphesiz siyaset mikrobudur. Daha kesin konuşalım: Sözüm ona siyaset mikrobu. Günümüzün Türkler’i, kitaplarda okudukları kimselere benzemek istiyorlar. Bu bakımdan şuurlu veya şuursuz olarak, komşularında gerçekten yeni olan her şeyi kopya etmişler, bilhassa ilerici olduklarını iddia eden komşularından. Rusya’da bunlardan biri. Fransa da...Tabiî ki ihtilâl Fransasını, 1793 Fransasını kastediyorum...” (Bknz. Claude Farrere, Türklerin Mânevî Gücü, Türkçeye Çeviren: Orhan Bahaeddin, Tercüman 1001 Temel Eser, Târihsiz, Sf. 222)
Şimdi ise; “sapla saman karıştı!..Ne Rusya’sı kaldı, ne Amerika’sı, ne Arap’ı, ne Acem’i, ne Çin’i ve ne de cümle Avrupalısı!..Allah, sonumuzu hayr eylesin!..