Ne yapacaklarını bilmesek bile ne yapmayacaklarını bilirdik. Kırmızı çizgileri vardı çiğnemeyeceklerinden emin olduğumuz ve asla çiğnemedikleri. Onlar dediğim, benim kuşağımın tanıma şansını yakaladığı yakın tarihin siyasetçileri, genel başkanları, liderleri, İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan.
Şimdilerde de havalarda uçuşuyor kırmızı çizgi lafları ama boyaları mı kötü nedir üzerinden çok zaman geçmeden ya siliniyorlar ya da insanlar önemsemediklerinden olsa gerek hemen geçiliyorlar. Kusur boyada mı yoksa söylemlerinin arkasında durmayan/duramayan insanlarda mı?
Sadece kırmızı çizgileri değil, bir de üslupları vardı, yeri geldiğinde acımasız, ama her zaman belli bir seviyeyi koruyan. Birbirilerini eleştirirken bile “sayın” demeyi ihmal ettirmeyen bir üslup. Üstelik de oldukça hoşgörülüydüler, kendilerini eleştiren, hicveden oyunları, halkla birlikte izler, halkla birlikte gülerlerdi.
Yaşı yarım asra yaklaşan herkes hatırlar, onlar sık sık bir araya da gelirlerdi, yeter ki konu parti meselesi değil millet, devlet meselesi olsun. Birbirlerine rakiptiler ama düşman değildiler. Siyaset sahnesinde, sandıkta yarışır, devlet ve millet meselesinde birleşirlerdi.
Fikirlerini karşılıklı açıklamaktan, tartışmaktan asla kaçınmazlardı. O zamanlar, televizyon kanalları bu kadar çok değildi ama olan kanallarda bazen ikisi, bazen üçü, dördü, beşi bir araya gelir, bizi de televizyonların karşısına kilitlerlerdi. O birlikteliği o kadar özledik ki anlatılmaz.
Tartışmalar, dünü veya bugünü karalamak ya da cilalamaktan öte yarınları planlamak üzerinde gerçekleşirdi. Her birinin kendilerine has belli bir ideali, hedefi, stratejik ve taktik planları vardı. Ve siyasetin harcamaları devlet kesesinden değil inanmış insanların öz kaynaklarından yapılırdı. Siyaset ebedi bir geçim kaynağı değil tam tersine bir fakirleşme ama istenerek ve inanılarak tercih edilen onurlu bir fakirleşme sebebiydi.
Şu veya bu parti, şu veya bu genel başkan, lider ya da siyasetçi meselesi değil bu, toplumsal bir mesele. Bugünümüzü geren, hırçınlaştıran ve yarınlar konusunda giderek yoğunlaşan bir karamsarlık aşılayan bu atmosferden bir an önce kurtulmak zorundayız. Bunu da ancak hep beraber başarabiliriz.
Böyle bir gelecek zor da olsa güzeldir ve sırf hayali bile cihan değer.