Sayımız azdı da ondan mı çok görünürlerdi yoksa gerçekten deliler miydi? 1965-66-67’li yıllarının Ülkücülerinden bahsediyorum. Hemen her üniversitede deli lakaplı birkaç Ülkücü vardı ama Allah için Erzurum Atatürk Üniversitesi “deliler yarışında” diğerlerine fark atıyordu. Delisi oldukça boldu; en meşhurları da “Deli Necmi” idi. Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Trabzon’da namı yürürdü ama soyadını bilen yoktu; herkes onu lakabıyla tanırdı. “Akkoyunlu” olan soyadını çoğumuz çok sonraları öğrendik ama “deli” lakabını da hiç unutmadık.
Ankara delilerinin başında da Sezgin Akyazı gelirdi. Onun hem lakabını bilirdik hem de soyadını. “Deli Sezgin” ya da Hüseyin Sezgin Akyazı! Kimin aklına gelirdi, Çanakkale Biga’nın artist olacak kadar yakışıklı delikanlısının Ankara’nın, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin delisi olacağı.
Sanırım 1966’daydı, İstanbul’a gelmiş, biz Küllük Kıraathanesinde otururken de yanımıza geldi. Adını duyardım yüzünü orada gördüm. Oldukça zayıftım o yıllarda, bir ara “Yahu, arkadaşım bir ayağa kalk Allah aşkına” dedi, şaşırdım ama kalktım. Bu seferde o şaşırdı, zayıflığıma bakıp boyumu kısa hesaplamış. “Özür dilerim” dedi, “bir deri bir kemik haline bakınca, bu kavgalara nasıl girip çıktığını merak etmiştim.”
Sıkı dost olduk. “Keşke olmasaydık” dediğim anlar da az olmadı. Keşke olmasaydık, keşke o kadar sevmeseydim ve keşke o zamansız kaybının derin acısını yıllar sonra bile yüreğimde hissetmeseydim.
Kader yolumuzu bir kere daha ama ne yazık ki son defa olmak üzere Samsun’da kesiştirdi. Ben evlenmiş, okulu bırakmış, Samsun’a taşınmış ve Türk Haberler Ajansı’nda muhabirliğe başlamıştım. O da okulu bitirmiş, öğretmen olmuş ve Gelemen Tarım Meslek Lisesi’ne atanmıştı. Her ikimiz de gündüzleri işimizde geceleri ve hafta sonları Ocak’taydık. Ocak dediğim Genç Ülkücüler Teşkilatı. O yıllarda lise ve dengi okullarda örgütlenme Genç Ülkücüler çatısı altında oluyordu. Samsun Genç Ülkücüler Teşkilatı Genel Merkez’den sonra kurulan ilk teşkilatlardan birisidir ve kurucusu da, başkanı da bendim.
İki yıl kaldı Samsun’da, birbirinden değerli öğrenciler yetiştirdi ve tayin oldu gitti. Çok sürmedi kara haberini almam, bir talihsiz kaza sonunda vefat etmişti. Elli yıla yakındır o acı hala yüreğimi yakar. Ve ben sevgili dostuma sonsuz rahmetler dilerim Cenab-ı Hakk’tan.
Samsun Genç Ülkücüler Teşkilatı’nın övüncü de büyüktür, acıları da. ABD Radar Üssü’ndeki Türk Bayrağı’nın yırtılması üzerine yapılan muhteşem miting baştan sonra Genç Ülkücülerin organizasyonudur ama Samsun Gençliğinin eseridir. O gün Samsun Cumhuriyet Meydanı’nda 7.000 genç “Ya bu toprakları vatan, bu bezleri bayrak yapıp öyle öleceğiz ya da ölüp kanımızla bu toprakları vatan, bu bezleri bayrak yapacağız” diye hep bir ağızdan yemin etmişti.
Acısı da büyük dedim; benden sonraki iki başkan da çok genç yaşta hayata veda etti. Adem Bilir de Murat Küçük de Ocak’a geldiklerinde henüz lise çağında iki genç insandı. Murat cin gibi, alabildiğine zeki, alabildiğine okuma tutkunu ve çılgın denecek kadar yürekli bir gençti. Adem’den sonra başkan oldu, çok çileler çekti ve çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Adem, gazeteci oldu, hem de çok iyi bir gazeteci oldu ama ne yazık ki, olabileceği kadar olamadı. Çok daha önemli yerlerde çok daha başarılara imza atabilirdi, kader onu da erken aldı.
Yazmakla bitmez deliler, kayıplar ve onların yürekleri dağlayan acıları. Ama yazacağız, yazmak zorundayız, bu sadece onlara karşı bir borcun yerine getirilmesi değil, aynı zamanda geçmiş tarihe karınca kararınca bir iz bırakmak için de şart.
Gerçi yazma huyumuz yok ama yazacağız; Kenan Erzurumlu Hoca, kapıyı açtı, biz de gireceğiz o kapıdan. O, içine hemen her grubun gelişi güzel doldurulduğu kırkambar sağda ya da solda nitelenen aslında kendilerini Ülkücü ve Devrimci diye niteleyen guruplarda hangisi olursa olsun fark etmez, birer birer azalıyoruz. Gerçi Devrimci kesim, kaleme biraz daha yatkın, anıları derlemede de daha verimliler. Onların da delileri olmalı. Aslında o yıllarda Ülkücü ya da Devrimci olmak akıl karı bir iş değildi. Herkesin vur patlasın çal oynasın barlarda, konserlerde eğlendiği ya da iş ve aş peşinde koştuğu bir dönemde kendi istikbalini vatanın ve milletin istiklaline feda etmek, kurşuna karşı koşmak birçoklarının gözünde delilikten başka bir anlam taşımazdı. Onlar sevdalı bir kuşaktı, davalarına sevdalı, kimi işçilerin dünyasına kimileri de Büyük Türk Dünyasına… Sevdası olmayan yüreğe yürek demezlerdi.
Acılıydı o delilik yılları, acılıydı ama aynı zamanda da güzeldi ve de onurluydu. Solda ve sağda ölen çok oldu ama dönen pek olmadı o kuşaktan. Dönmeyenlere selam olsun.