Samsun Valisi Osman Kaymak’ın tayini çıktı. Sevenlerinin üzüleceği -ki oldukça çoktur- ama herkesin kabullenmesi gereken normal bir tayin. Devlet hizmeti böyledir, dün başka bir yerde, bugün burada yarın daha başka bir vatan parçasında ve bir başka görevde. Edirne’den Ardahan’a, Sinop’tan Hatay’a bu vatan bir bütünse ve bu devletin bayrağı tüm vatan toprağı üzerinde dalgalanıyorsa bunu onlar şeref, bizler de normal kabullenmek zorundayız.
Temiz geldi temiz gidiyor. Gelmeden önce de adı herhangi bir şaibeye karışmamıştı, burada görev yaptığı sürece de karışmadı. Mütevazı bir halk adamıydı, devletin vakarına da kendi adına da en ufak bir gölge düşürmedi.
Samsun’da üç yıl görev yaptı. Bu süre, 2000’den bu yana bu kentte görev yapan valilerin ortalama görev süresine oldukça yakın. Bu 20 yılda Muammer Güler, Mustafa Demir, Hasan Basri Güzeloğlu. Hüseyin Aksoy, İbrahim Şahin ve Osman Kaymak’ın görev yaptığını düşünürsek her bir valinin ortalama görev süresi üç buçuk yıl gibi çıkar. Dolayısıyla Sayın Osman Kaymak’ın gidişi devlet geleneğine uygundur. Gönül daha aktif bir göreve gitmesini isterdi ama onun takdir makamı bizim gönlümüz değil, doğrudan İçişleri Bakanlığı ve daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı makamıdır.
Güle güle Sayın Kaymak, sizi unutmayacağız.
ÖMRÜN SONBAHARI
Yıllardır dinlememiştim, aklıma da gelmemişti Selahattin Altınbaş’ın o bestesi “ömrümüzün son demi son baharıdır artık/maziye bir bakıver neler neler bıraktık.” Güzel şarkıdır, hele de Müzeyyen Senar okursa, ama sadece güzel değildir aynı zamanda özellikle de benim yaşımdakiler için oldukça da anlamlıdır.
Mazide birer birer bırakılanlar ya da bizi bırakıp birer birer gidenler. Eşler, dostlar, analar, babalar, amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, hale de kardeşler, kardeş kadar yakın yol arkadaşlarının bıraktığı ve ne kadar yıl geçerse geçsin yürekten çıkmayan acıları.
Şu son üç ayda bizi eve hapseden virüs salgınında daha bir derinden duydum mazide bıraktıklarımızı. Düğünü derneği ya da vefatı sosyal medyadan öğrenmek ama gidememek, acıyı paylaşamamak, sevince ortak olamamak, sadece içe atmak ve kendince sevinmek, kendince yanmak. Sevinci paylaşmak mümkün, bugün olmazsa yarın da olur ama bir arkadaşın, bir dostun, bir kardeşin huzurunda son defa el bağlayamamak, işte o bir dahası olmayan son görevin yerine getirilememesinin acısı. Ne yazık ki son üç ayda oldukça fazla tattık o acıyı.
BİR ANI
1970’in Şubat ya da Mart ayı, Türk Haberler Ajansı’nda muhabirliğe başlayalı henüz üç dört ay olmuş bir çömez muhabirim. Vezirköprü’den bir haber geldi, bir köyde kızamık salgını çıkmış bir haftada 14 çocuk ölmüş. Çocukların isimleri de var, haber sağlam, o haliyle geçebilirim İstanbul’a ama geçmiyorum. Zira o zamanlar “haberin teyidi(doğrulatılması)” diye bir kural vardı. Yetkilisine doğrulattırılmayan haber geçilmezdi.
İl Sağlık Müdürlüğüne gittim, Müdür Dr. Sezai Bayar’ın odasına girdim ve haberi sordum. İlk tepkisi “ben beyanat veremem” oldu. “Beyanat değil bilgi istiyorum” dediysem de nafile “Nuh dedi peygamber demedi.” Bir üst kattaki Valilik makamına çıktım, özel kaleme “Vali Bey’in yanında kimse var mı” diye sordum. “Sağlık müdürü var” dediler. Ben orta merdivenden ağır ağır çıkarken o yan merdivenden koşarak çıkmış.
Vali Ertuğrul Ünlüer, deneyimli bir vali, masasının önünde Sezai Beyle karşılıklı oturuyoruz. Ben “salgın” diyorum, O “yok salgın değil, pandemi” diyor. Ben şimdilerde artık herkesin bildiği pandeminin salgın demek olduğunu o tarihlerde nereden bileceğim. Ben dayatıyorum O dayatıyor, bir iki, üç beş, sonunda Vali Ünlüer dayanamadı “ Osman Bey, sağlık müdüründen iyi mi bileceksiniz?” dedi. “Estağfurullah, ben sağlık müdüründen iyi bilmem ama siz bu bir haftada on dört çocuğun ölümüne ne diyeceksiniz efendim” dedim. Gayet sakin “bu bir yaprak dökümüdür Osman Bey; sonbahar gelince çürük yapraklar düşer” dedi.
Teşekkür ettim ve çıktım. Ertesi sabah büroya geldiğimde ortalık karışmıştı, valilik durmadan beni soruyormuş. Bağladılar Sayın Vali’yi, ilk sözü “Osman Bey bu nasıl haber?” oldu. O dönemin en etkili gazetelerinden Milliyet, birinci sayfasında tam göbekten iki sütun vermiş haberi: “14 çocuğun ölümü üzerine Samsun Valisi ‘bu bir yaprak dökümüdür’ dedi.” Doğal olarak Ankara’da kıyamet kopmuş, bakanlık Samsun’u aradıkça valilik de beni arıyormuş. “Siz söylediniz efendim” dedim. “Söyledim ama bu yazılır mı?” dedi. Yazılacak haberdi ve ben görevimi yapmıştım. Konu öylece kapandı, bir daha da hiç mevzuu olmadı.
Ben yıllar sonra öğrendim pandeminin salgın demek olduğunu. Sezai Bey, sorduğumda “evet doğru” deseydi, haber muhtemelen birinci sayfada yer bulmayacak ve kentin valisi hiçbir soruya muhatap olmayacaktı.