Umûmî Türk târihine göz attığımız zaman, ağustos ayında birçok zaferimize şâhit oluruz. Böylece; iftihar vesîlemiz olan ‘adâlet ve hürriyet’ kavramlarına ulaşmada gelecek nesillerimize ibretlik örnekler sunmuşuz.
Anadolu’yu ebedî vatan olarak mekân tuttuğumuz Malazgirt Zaferi 949 yıl evvel bu ayda kazanıldığı gibi, binbir bâdireden sonra kaybetmek üzere bulunduğumuz bu toprakları yeniden elde etmenin zaferi olan Büyük Taarruz da 98 yıl evvel bu aydadır.
Dîğer taraftan; Birinci Kosova Zaferi (1389) bu ayda kazanılmıştır. Anafartalar Zaferi (1915), Estergon Kalesi’nin Fethi (1543), Otlukbeli Zaferi (1473), Mercidabık Zaferi (1516) ve Halep’in Fethi (1516) gibi pek çok zaferimiz de ağustos ayındaki kazanılmış zaferlerimizdir.
Biz; Anadolu Türkleri, devamlı bir şekilde, Anadolu’yu ebedî mekân tutuşumuzdan söz ederiz. Aslında: 1. Türkler, Anadolu’ya Malazgirt Zaferi’yle gelmemişlerdir. Dâimî yerleşmeleri bu zaferle başlamıştır. 2. Türkler’in ‘yegâne’ vatanı Anadolu değildir. Anayurt olarak Doğu-Batı Türkistan ve Türklerin devlet kurduğu her mekân, her Türk’ün ‘anavatanı’dır.
Bu vesîleyle; Türkistan, Anadolu, Kuzey Kıbrıs, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Kerkük...her Türk için anavatan’dır.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın, Anadolu’da hâkimiyet sağladığı Malazgirt Zaferi’yle ebedî yurt olmak için en büyük adım atılmıştır. Ancak...
1071’lerden 1922’lere, iyi-kötü yaşadığmız mâceralar, etrafımızı saran her türlü ‘şer ittifakları’, yakamızı hiçbir zaman bırakmamış ve ne yazık ki, kâh gafletten ve rehâvetten, kâh uğradığımız ihânetlerden, Türk vatanı Anadolu, çok çetin hattâ perîşân yıllar yaşamıştır.
Dünya, aynı dünyadır. Üzerinde yaşayanlar, dünkülerinin nesilleri, çocukları ve torunlarıdır. Milletlerarası mücâdele dur-durak bilmeden devam etmektedir ve edecektir.
Türk şiirinin en büyük manzûm destan şâiri Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, “Bozkurtların Destanı” adlı şiir kitabına şu ibret ve nasihat verici girişle başlar:
“Geçmişi öğrenelim, gezip anayurtları;
Görelim, hangi tasa öldürmüş Bozkurtları!
Çevirelim gözleri on dört asır önceye,
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye...
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman bugünkü!”
Değişen hiçbir şey olmadığını hâlâ müşâhede etmekte değil miyiz?
İstiklâl Harbi’miz, bu mücâdelelerin en önemlilerinden biridir. Mustafa Kemal Paşa’nın, 26 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taarruz ile başlatıp 30 Ağustos 1922’de nihâyetlendirdiği bu ölüm-kalım kavgası, Anadolu’daki Türk hâkimiyetinin yeniden tesisini sağlamıştır.
Büyük Şâirimiz Yahya Kemal Beyatlı, 26 Ağustos 1922 başlıklı şiirinde bunu şöyle ifade eder:
“Şu kopan fırrtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğruna ölen ordu budur yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezânlarla müeyyed nâmın
Gaalib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”
1071’de, Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’i mağlûp ederek esir alan Sultan Alparslan gibi, 1922’de, Yunan Başkomutanı Trikopis’i mağlûp eden Mustafa Kemal Paşa da mağrur olmadı. İkisi de, esirlerini serbest bıraktı.
Bu günleri kutlamanın hazzını ve coşkusunu yaşamamız gerektiği gibi, bu zaferleri kazanan komutanlardan neferlere kadar herkesi minnet, şükrân ve rahmetle anmak ve onlara lâyık olarak çalışmak gerektiğinin de idrâkinde bulunmalıyız.