1950 Öncesi Türkiye’sinde köylerde imam bulunmadığı için cenazeler ya kılınmadan yada imam gelsin diye günlerce bekletilmişlerdir.
Bu konuda zamanın CHP İstanbul milletvekillerinden Hamdullah Suphi Tanrıöver, partisinin 1947’ de toplanan yedinci kurultayında yaptığı konuşmasının bir yerinde, TBMM’DE görevli altı(6)) tane Meclis hademesinin yanına gelerek gözleri yaşlı olduğu halde şunları anlattığını ifade eder:
“ Vallahi billahi altı köyümüzde bir tek imam kaldı. Ölülere nöbet bekletiyoruz. Ondan kalkıp bu köye geliyor ve boyuna köy değiştiriyor. Eğer bize imam ve Hatip vermezseniz ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz.”(CHP Yedinci Kurultayı notlarından. Nak. M. Öcal)
Ölü bir topraktan diri ve yeşil bir alana Türkiye’yi taşıyanlar söz konusu okullar ile bu cemaatlerin önderleri ve de dönemin milliyetçi üniversite gençliği olduklarını unutmayalım.
Belirtmekte yarar vardır ki, cemaatler ile söz konusu kuruluşlar misyonlarını yani davalarını ucuz siyaset pazarlarında satmamalıdırlar. İktidarlar da buraları hazır Pazar malı olarak yağmalamamalıdırlar. Davalarında samimi olanlar da bu tür kuruluşları ikbal kapısı olarak kullanmamalıdırlar.
İkinci Murat- Hacı Bayram Veli buluşmasında Veli, cemaatlerin misyonunu şu şekilde belirtmişti: “Biz halkı yetişdürür elinize verürüz, onu sevk’u idare ise size aittür” dedi ve devamla görürsüz ki aramızda fark yoktur. Arzumuz İslam’ın ve Türkün berhüdar olmasıdır.
Gerek Osmanlıda ve gerekse cumhuriyet döneminde bu toprakları vatanlaştıranların başında geçmişten günümüze kadar değer üreten söz konusu cemaat liderleridir. Bunlara hakaret etmek demek İbn-i Arabi’ye, Şeyh Edebali’ye, Abdü’iKadir Geylani’ye, Ahmet Yesevi’ye, Mevlana’ya, İmam Rabbani’ye, Hacı Bayram Veli’ye, Yunus Emre’ye, Hacı Bektaş_ı Veli’ye, Sünbül Sinan Efendi’ye, Merkez Efendi’ye, Aziz Mahmud Hüdai’ye ve günümüz Türkiye’sinde MehmetZ. Kotku’ya, Sami Efendi’ye, Haydar Efendi’ye, Mahmut Efendi’ye, Süleyman Efendi’ye, Ahi Evran’a, Seyyid Ahmet Arvasi’ye, Bediüzzaman’a, Kuruluş Savaşı sırasında bir bütün olarak başta Özbekler olmak üzere diğer tekkelere, din adamlarına ve daha nicelere hakaret etmek demektir. Çünkü bugünkü cemaatler bu zatlara ve onlardan da Hz. Ali’ye(ra) ve Hz. Ebu Bekir’e(ra) dayanırlar.
Peki, geçmiş dönemlerde ve günümüzde söz konusu cemaatleri kullanan şer güçler olmamış mıdır?
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bunun kötü örnekleri vardır ve bundan sonra olması da mümkündür. Bunu önlemek devletin görevidir ve önlemelidir de…
Kuyumcunun birinin sahte altın satışını dürüst kuyumculara da mal ederek hepsini cezalandırmayız. Hukuk devletinde gerekli tedbirler alınarak sahtekarlığı yapan cezalandırılır.
Bu nedenledir ki, önce diyanet ıslah edilerek daha sonra da diğer cemaat ve kuruluşlar denetimden geçirilmelidir.
Cemaatleri ve bu paraleldeki kuruluşları kapatmak isteyenler, samimi iseler öncelikle kendilerinden işe başlamaları gerekmez mi? Unutmayalım ki, söz konusu cemaat , vakıf ve dernekler Türkiye’deki sosyal dayanışmanın önemli garantilerindendir.
Selam ve dua ile