Atalarımız “bir deli bir kuyuya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış” derlermiş. Bir delinin attığı taş değildir bu yazının konusu, bir adap ve ahlak fukarasının attığı çamurdur. Adının önünde nasıl alındığı, daha doğrusu nasıl verildiği meçhul bir unvanın ardına sığınan o ahlak fukarası sayıları iki yüzü aşan Türk üniversitelerini en ufak bir utanma duymadan “fuhuş yuvası” olmakla suçluyor.
O suçluyor ve iki yüzü aşkın üniversite susuyor, siyaset susuyor, devlet susuyor ve millet susuyor ve benim aklıma merhum Mehmet Akif Ersoy’un iki mısraı geliyor: “His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?/ Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”
“Fuhuş yuvası” olmakla suçlanan o üniversitede okuyanlar bizim evlatlarımız, o karanlık dimağın kara çamuruna muhatap olanlar bu ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz göz bebeklerimiz, umut çiçeklerimiz. Ve o elindeki kara çamuru utanmadan o gençlerin üzerine atan da o gençleri emanet ettiğimiz biri. Yani o “fuhuş yuvasının” çalışanı, yani ekmeğini o “fuhuş yuvasından” sağlayan biri.
“Daha ileri adımlar için nabız mı yoklanıyor” sorusu takılıyor dimağıma. Daha ileri adım ne olabilir ki bundan daha ağır, bundan daha ileri ve bundan daha çirkin, daha çirkef? Olmaz, olamaz ama bu suskunluk da pek hayra alamet değil. Bir kınamayı çok gören akademik çevreler, evlatlarımıza atılan çamura ilgisiz kalan ama birbirine laf yetiştirmekte saniye gecikmeyen siyasetçiler ve o çirkin söylemi kınamayı bırakın görmezden gelen bir grup basın mensubunun temel değerlerimize yapılan bu çirkin saldırı karşısındaki suskunluğunu anlamak kabil değil.
O üniversitelerde okuyan hemen her partiden, her inanıştan, her disiplinden milyonlarca genç var. Doğudan batıdan, kuzeyden güneyden gelmiş kimi hukukta, kimi tarihte, kimi mühendisliklerde, kimi tıpta, kimi de ilahiyatta okuyan o gençlerin hepsinin alnına sürülmüştür bu kara çamur. Toplumun bu suskunluğunun başka iğrenç itham ve iftiralara yol açmasından korkarım.
Üniversitelerimiz eleştirilmez değildir, eleştirilecek çok şey de vardır ve eleştirilmelidir ama bilim adamı sıfatını şu veya bu şekilde taşıyan birisinin yapacağı şey isnat, iftira ve hakaret değildir. Bir camiayı zan altında bırakmak hiç değildir.
O haberi okuyunca utandım, tiksindim ama sessizlik beni daha çok yaraladı, tarifsiz üzüldüm. Ses dediğim bir kınama, bir açıklama, bir kısa bildiri, çok mu zor yazmak ve dile getirmek?
İslam Peygamberi Hazreti Muhammet “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” demiştir. Buradaki haksızlığı nasıl anlamalıyız; isnat ve iftira da bir haksızlık değil mi? Ne dersiniz?