İnsanlığın kaybettiği irtifaya bakıyor üzülüyorum. Değerlerimizin aşınmasına bakıyor yine üzülüyorum. Kutsallarımızın kimi şarlatanların, kimi yalakaların ve kimi arsızların dilindeki istismarına bakıyor bir daha üzülüyorum.
Farklı düşünebiliriz, düşünmeliyiz de. Namık Kemal “bârika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar” yani “gerçeğin kıvılcımları fikirlerin karşılaşmasından/çatışmasından doğar” derken bu özgür düşünmeyi ve düşündüğünü söylemeyi, söyleyebilmeyi, savunmayı, savunabilmeyi kastediyordu.
Sıkıntımız düşünmek değil düşünememek, düşünmeden yazmak, düşünmeden konuşmak, Uğur Mumcu’nun ifadesiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” daha doğrusu fikir sahibi geçinmek!
Bir de söylediğinin, konuştuğunun, yazdığının arkasında durmamak, duramamak. “Öyle demedim” ya da “yanlış anlaşıldım” ucuzluğunun arkasına sığınmak!
Akademik unvanlı birisi bir televizyon kanalında aklın ve vicdanın kabul etmeyeceği ağır ifadeler kullanıyor bu ülkenin üniversiteleri için. “Adeta fuhuş yuvası” diyor hem de bu ülkenin, bu milletin “Cumhurbaşkanı’nı” kendi herzelerine ortak etme küstahlık ve sahtekârlığını göstererek. Yaşadığı kente o kentin en güzel bölgesine sürüyor elindeki kirli karayı, bununla da yetinmiyor Konya’ya saçıyor çamurunu, İstanbul’a bulaştırıyor ve sonra da inkâr ediyor.
O inkâr ediyor “yok, demedim” diyor ama Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden ardı ardına iki açıklama geliyor “dedin” diye. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın o benzetme için “Üniversitelerimizi zan altında bırakan kerih ve sakil açıklama” dedi. İletişim Başkanı Fahrettin Altun “gençlerimizin gözbebeklerimiz olduğunu” ifade etti.
AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş “akılla, izanla, ilimle, irfanla, vicdanla bağdaşamayacak sözleri asla kabul etmediğini” söyledi.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik tepkisini “Üniversitelerimizle ve gençlerimizle gurur duyuyoruz. Onlara dönük her türlü çirkin açıklamayı reddediyoruz ve kınıyoruz. Türkiye’nin geleceği tüm gençlerimize emanettir” diyerek dile getirdi.
Ve Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılamak” suçundan re’sen soruşturma başlattı.
Onun inkârı beni şaşırtmadı, öylesine bir karayı milyonlarca gencin alnına sıvamaktan zerrece sıkılmayan birisinin zoru görünce sözünün arkasında durmaması, “ben öyle demedim” ucuzluğuna sığınması son derece doğal. Beni asıl şaşırtan bu kepazeliğe herkesten önce itiraz etmesi gereken kimi insanların o kepazeliği pas geçerek o sözde akademisyeni savunmaya kalkmalarıdır.
Hangi partiye, hangi ideolojiye, hangi inanışa mensup olursak olalım “ortak değerlerimiz” etrafında birleşmek zorundayız. Aksi halde millet olmaktan çıkarız. Bu gençler bizim gençlerimiz, içlerinde her birimizin kendi telakkisince hoşuna gitmeyenler olabilir, vardır da, ama onları toptancı bir zihniyetle damgalamaya kalkmak bu ülkenin geleceğine vurulmuş büyük bir darbe olur.
O sözler ne yazık ki söylendi, ben programı tekrar tekrar izledim, metnin çözümünü defalarca okudum, keşke o adi benzetme olmasaydı, ama var. İnkâr çare değil, yapılacak namuslu iş toplumdan açıkça özür dilemektir, “halt ettim beni bağışlayın” demektir ve bir daha toplum karşısına çıkmamaktır.
Dostlarımıza düşense bir daha etraflıca araştırmadan hüküm vermemek, ahkâm kesmemek ve halt etmişleri hak etmedikleri şekilde savunmamaktır. Bir başka ifade ile “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” geçinmemektir.