Kaç gündür yazmıyorum, eşim dostum “yazmayacak mısın artık” ya da “niye yazmıyorsun” diye soruyor. Yazmaz olur muyum, yazacağım elbet ama neyi kime ve niye yazacağım sorusu da bir süreden beri kafamı kemirip duruyor.
Neyi yazacağım? Bu sahte gündemi mi? Öyle veya böyle bir zamanlar çağın bilim ve tekniğinin gerisine düşmüş bir toplumun yeniden derlenip toparlanma ve yarışa katılma süreci henüz bir asrını doldurmamışken ve uluslararası yarış her geçen gün hızlanarak sürerken bu yapay gündemlerle oyalanması doğru mu?
Geri kalmış ya da geri bırakılmış deyin fark etmez, kalkınmış değil, kalkınmakta olan bir ülkeyiz. Kalkınmışları yakalamak ve geçmek için onlardan iki kat fazla çalışmak, onlardan iki kat hızlı koşmak zorundayız. Bu gündemle mi yetişeceğiz ve geçeğiz onları? Sadece kendimize değil, onlar inkar etse de asırlarca “yol açıcı kılıcı koruyucu kalkanı” olduğumuz İslam Alemine karşı da sorumluluğumuz var ve onlar için de geçmek zorundayız öteki medeniyetleri. Bu bilgiyle mi, bu anlayışla mı yerine getireceğiz tarihin ve coğrafyanın bize yüklediği bu misyonu?
Gündem yapay, gündem sahte ama daha kötüsü üslup çirkin, üslup yaralayıcı ve üslup ayrıştırıcı, üslup kamplaştırıcı… Milletin bir yarısı diğer bir yarısının sözcülerine göre vatan satıcı, millet düşmanı, şunun veya bunun işbirlikçisi! Öteki yarının sözcülerine göre de karşı taraf aynı konumda, aynı yüzkarası zillet içinde. Ne biri doğru ne diğeri, bir millet hele de Türk Milleti asla hak etmiyor bu akıl ve izan dışı suçlamaları.
Yok mu ülkesine düşman, yok mu milletine hain? Olmaz olur mu elbet vardır, her kesimde ve her toplumda olduğu kadar ya da üç fazla beş noksan bizde de vardır ama bu toplumu toptan suçlama, toptan hain ilan ederek horlamak hakkını kimseye vermez.
Davalar inanmış akıl sahiplerinin omuzlarında yükselir iktidara ve zafere, delilerin taşıyla sopasıyla değil. Bir hareket düşünün ki o hareketin siyasi organlarından birisinin bir önde geleni “bizde deli çoktur” desin, diyebilsin!
O hareket beş bin yıllık şanlı bir geçmişden, yüz elli yıllık fikri bir birikimden gelir, o hareketin temelinde Yusuf Has Hacipler, Dede Korkutlar, Ahmet Yeseviler, Ali Şir Nevailer, Yunus Emreler vardır. İsmail Gaspıralılar, Yusuf Akçuralar, Ahundzade Ali Beyler, Ziya Gökalpler, Zeki Velidi Toganlar, Mustafa Kemal Atatürkler, Hüseyin Nihal Atsızlar ve Başbuğ Alparslan Türkeşler vardır; onların herkesi kucaklayan sevgi dilleri vardır.
Sorun sadece o kesimde değil, sorun iktidarıyla muhalefetiyle her kesimde. Sadece siyasette de değil basında oynatılan kalemlerde, televizyonlarda sözde tartışma adı altında yapılan ayrıştırma gösterilerinde ve maalesef hiç olmaması gereken akademik çevrelerde kısacası her kesimde. Bizim özellikle bir kesimden bahsetmemiz o kesimin geçmişinden gelişimizden, bir istikbali bir ideal uğruna göz kırpmadan feda eden inanmışlar kervanının bir adsız, bir mütevazı ama bir o kadar da gururlu mensubu oluşumuzdan.
Bu sahte gündem bu çirkin üslup yakışmıyor bu millete, bu milletin değer ölçülerine, bu milletin adap ve ahlakına ve dünyanın gidişatına.
Yeni bir dünya kuruluyor uzayda, en azından ilerde kurulması kaçınılmaz olan yeni bir dünyanın temelleri atılıyor. Ve biz yani hem Türk Milleti hem de İslam Ümmeti olarak biz ne yazık ki o yenidünyanın inşasında ya da o yenidünyada yer alma yarışında yoğuz ve korkarım ki bu gidişle de olmayacağız.
Asıl sorun da bu. Asıl gündemin de bu olması gerek. Küresel iklim değişikliği ve bunun getirdiği susuzluk, sınır aşan sular rejiminde yapılmak istenen küresel değişiklikler, eğitim ve öğretimdeki hali perişanımız. Son olarak da artık gitmeyecekleri neredeyse kesinlik kazanan sığınmacıların demografik yapımızdaki muhtemel etkileri ve bunun ileride karşımıza çıkarma ihtimali bulunan siyasal sonuçları.
Her zamankinden daha fazla birliğe ve barışa ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde ayrışmaya, kutuplaşmaya yelken açmaktan bir an evvel dönmek zorundayız. Bunun için de ilk yapacağımız iş bu üslubu terk etmektir.