Malum hikâyedir, çokça yazılıp çizilmiştir basınımızda, çoğu kimse de bilir ama hikâye hiç eskimez, tekrar tekrar yazılır. Vergi uzmanı ve yazarı Şükrü Kızılot 2009’da, üstat Hıncal Uluç 2012’de, Türk basınının gerçekleri yazan kalemi Saygı Öztürk de 2019’da o hikâyeyi aktarmış okurlarına. Bugün de ben alacağım köşeme -olmaması gereken ama ne yazık ki her daim geçerli olan- o hikâyeyi.
Çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış. Ama, bu ülkede, hukuk ve hâkimler de varmış.
Törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış.
Uzun uzun da yankılanırmış.
Asillerden birisi ölürse çan iki defa, kral ailesinden biri ölürse üç defa çalınırmış.
Ya kral?...
O öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.
Gel zaman git zaman..
Şehirde bir olay olmuş. İş mahkemeye düşmüş..
Sanık diye hâkim huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetine herkes inanıyor, davaya formalite diye bakılıyormuş..
Halk, beraat beklerken, sanık para cezasına mahkûm olmuş..
Mahkeme bitmiş. Dinleyiciler dağılmış.
Kafalarında bir kaygıyla!...
Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş...
Acaba kim öldü?..
Çan bir daha çalmış… Acaba hangi kont öldü?...
Şehir, çan sesi ile bir daha inlemiş...
Hımmmmm... Kral ailesinden biri gitti.
Acaba kim?..
Çan bir defa daha çalmış..
Herkeste bir feryat.. "Eyvah!.. Kralımız öldü!.."
Ancak, tarihte görülüp işitilmemiş bir şekilde çan beşinci defa da çalmış, yeri göğü inleterek.. Sesler kesilmiş şehirde, nutuklar tutulmuş..
İnsanlar "Beşinci çan sesi"nin ne anlama geldiğini öğrenmek için çana koşmuşlar deliler gibi. Bir de bakmışlar ki çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalıyor.
Sormuşlar. "-Ne demek beş defa çan çalmak?...
Kraldan daha büyük, kim öldü?..."
"Adalet" demiş adam… "Adalet öldü!..."
Uzun zamandır adalet tartışılıyor güzel ülkemde. Kimisi mahkeme kararı beni “bağlamaz” diyor kimisi “ırgalamaz” diye çıkıyor toplumun karşısına. Ve sonunda iş öyle bir hale geliyor ki bir alt mahkeme ortaya çıkıyor ve bizim anayasamıza yani en üstün hukuk normu olan T.C. Anayasası’na göre “herkesi bağlaması gereken” Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyor.
Bu anayasa ihlalidir ama kimse umursamıyor ya da kimse umursayamıyor, umursayanlar da ya seslerini çıkartamıyor ya da sesleri ne makamlara ne de topluma ulaşabiliyor.
Enis Berberoğlu ile bir hukukum yoktur, yazılarını okumazdım, siyasete girdikten sonraki demeçlerine de göz atmışlığım yoktur, ortak bir ideolojik ve siyasi yönümüz de yoktur. Derdim onun şahsında çiğnenen ve ölen/öldürülen hukuk anlayışıdır, adalettir.
Enis Berberoğlu hakkında en yüksek mahkeme olan ve kararları herkesi bağlayan Anayasa Mahkemesi bir kere daha “hak ihlali” kararı verdi. Bu karar doğru ya da yanlış, tartışabilirsiniz, doğru bulmayabilirsiniz ama bu karar bağlayıcıdır ve herkes uymak zorundadır.
Bizim zamanımızda hukuk fakültesinde daha birinci sınıfta öğretirlerdi “herkesin mahkeme kararlarını ve kanunları beğenmeme, eleştirme hakkı olduğunu, beğenilmeyen kararların düzeltilmesi, beğenilmeyen kanunların değiştirilmesi için demokratik ve yasal yollardan mücadele etme hakkı olduğunu.” Hemen ardından da hocalarımız “Ama o karar düzeltilinceye, o kanun değişinceye kadar beğenmediğiniz o karar ve o kanuna uymak yükümlülüğünüz var” derlerdi.
Anayasaya uymamak acıdır ama hem de yasaları uygulamakla yükümlü ve yetkili olanlar tarafından yapılırsa acı kat be kat fazladır.
İnşallah hiç çalmaz ama bir daha uyulmazsa üst mahkeme kararına çanlar beş değil on beş defa hatta süresiz çalsa yeridir.