Kültürümüzün son hâli, maârifimizin son hâli, sisyâsetimizin son hâli, iktisâdımızın son hâli, vesâire derken, ben, şiirimize dönmek ve muhteşem Türk şiirinin geldiği vaziyetten söz etmek istiyorum.
Şüphesiz ki, “Renkler ve zevkler tartışılmaz”lığını da hatırlayarak!..Ancak, bu demek değildir ki, uyumsuzluk tartışılmasın!..Hele de, umûma mâl olmuş ise!..
Kişiye ait olanların tartışılması elbette uygun değildir. Fakat, karşımıza, “Bu sahada ben de varım!” diye çıkanlar, -benim de olsa- tartışmaya açık olmalıdır!..
Zâten, ilimdeki istişâre/hoca-talebe ve san’attaki tenkid ile, usta-çırak münâsebeti de bunun için gereklidir.
Her şiirin, kendine mahsus bir iklîmi vardır: Bir havası, bir havalanışı/havalandırışı, ferahlatışı, bir hissettirişi, bir akışı, bir duruşu/duruluşu, bir rengi, bir kokusu, bir sükûna erdiriciliği hattâ bir kırıp-dökücülüğü, havaîliği, can yakıcılığı...vardır.
Bir şiirin, şu veya bu kişinin oluşunun da, esasta hiçbir hususiyeti yoktur.
Nice numûne şiirler yazanın, nice umursanmaz şiirleri olabilir. Dîğer taraftan; senin-benim mükemmel dediğimize, birileri de çıkıp, haklı olarak çok basit, hattâ çöküşe numûnedir diyebilir ve onu, berbat görebilir.
İşte; burada da, renkler ve zevkler tartışılmaz. Bir farkla ki, körükörüne, âhengi, estetiği, uyumu değil de, bir fikri temsil safında telâkki var ise!..
Günümüzde şâir çok... O kadar fazla ki, tâkibi bile mümkün değil!..Rahatlıkla; “Herkes, kendini okuyor!” diyebilirim.
Hattâ, öyle ki, şiir kitabı da, eskiye nispetle daha fazla basılıyor...Buna rağmen, ne yok biliyor musunuz? Şiir!..
Yavuz Bülent Bâkiler’in, “Türkiye’de, okuyucudan çok yazar var” sözüne hak vermemek mümkün değildir.
Niçin böyleyiz? Niçin az okuyoruz? “İki dinle, bir söyle”ye niçin itibar etmiyoruz? Niçin, istişâreyi umursamıyoruz? Anlamam mümkün değildir!..
Sâdece kendi yazdığını okusa bile, bu kadar âhenksiz, bu kadar iç uyumu sağlayamamak ve fikrî dağınıklık niyedir?
Bir şiir üzerinde, ‘aklın’ hiç mi tasarrufu olmaz/olamaz?!..Hiç mi, mısrâlar arası irtibat düşünülmez, hiç mi, ben yazdım oldu aceleciliğinden kopulmaz, bilemiyorum!..
Ham hayâli ve nakil/hazır bilgiyi elinde evirip çeviremeyen akıl, ne güne duruyor!?
Hiç mi, mukayese kurma faaliyetine sâhip değil ve hiç mi, muhakeme becerisi yoktur!?..
Peyami Safa, “Kültür ve Edebiyat” başlıklı denemesinde şöyle diyor:
“Bilgi, zihinde yalnız hafızaya misafir olan cansız bir muhtevadır; kültür, zihnin bütün tefekkür savruluşu içinde harekete gelen canlı bir bilgidir.
(...) Kültürü cansız bir bilgi kalabalığı hâlinden çıkararak onu şahsiyetin ve benliğin en aziz, en vital hareketlerine bağlayan şey edebiyattır.” (Bknz. Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, Sf. 11)
Bu târif içersinde, şiirin yerini düşünelim!..Kelimelerin, nasıl işlenmesi gerektiğini idrâk edelim!
Zihnimizden geçen her tasavvura, biraz gem vurmadan, onu, ortalığa salıvermenin ne mânası olabilir!? Bundan hangi maksat elde edilebilir?
Çalakalem yazılan kelimeler yığınından, şiirin hangi gaayesine ve hedefine ulaşılabilir?