Türk toplumunu bölen ve derin fikir ayrılıklarına sebep olan uygulamalardan biri de laiklik konusudur. Bu konuyu sükûnetle ele alıp nerede hata yaptığımızı, kavramı doğru anlayıp anlamadığımızı, yanlış anlaşılıyorsa kimlerin yanlış anladığını ortaya koymak gerekir. Uygulamayı karmaşaya sokmak ve ondan düşmanlar üretmek hiçbir Türk İnsanının yararına değildir. Bu makalede çok farklı bir bakışla doğru uygulamanın ne anlama geldiğini anlatmaya çalışacağım.
Batı tipi laikliğin iki unsuru vardır: Birincisidin ile devlet işlerinin ayrılması, ikincisidin özgürlüğünün sağlanmasıdır.
Bizde uygulama konusunda üç tarafı olduğunu biliyoruz:
Birinci taraf katı ve sıkı laikliği savunan dini tamamen öteleyen her dini işaret, ibadet ve duygunun açığa vurulmasını şiddetle karşılayıp giyimden yaşam tarzına kadar halka cehennem azabı çektiren uygulamaları yapanlardır. Hemen her Müslümanı gerici, eski kafalı vb. sayıyorlar. Azalsa da o günlerdeki baskıyı özleyen çevreler var. Ancak bunların çoğunluğunun hatalarını anladığını görüyoruz.
İkinciler ise laiklik dinsizliktir, İslam’ı kökünden kaldırıyorlar, bunlar dinsizdir. Biz İslam devleti kuracağız, laikliği kaldıracağız. Zaten laikliği savunanlar kâfirdir. İşin ucunu Atatürk’e uzatıp onu hedef alıyorlar. Hatta şunları, şunları öldüklerinde camiye sokmayın diyen aşırı kişilikler var. Aslında çok eleştirdiğimiz IŞİD zihniyetlerinden bir farkları yoktur.
Üçüncü tarafa gelince, kavramları bilimsel ve doğru analiz etme yeteneği olan halk ve aydın çoğunluğu bu taraftadır. Bunu da önce laiklik gerçekte nedir, sekülerlik nedir, sorularının cevabını verdikten sonra Türk laikliğine bakıp cevaplayacağız. Bu laiklik gerçekten klasik Avrupa laikliği midir, yoksa bize göre bir uygulama mıdır? Bunlara bakılınca bizde uygulaması istenen, fakat bir türlü gereği gibi uygulanamayan laiklik kavramının doğru anlamını verebileceğiz.
LAİKLİK VE SEKÜLERLİK:Din ile devlet işlerinin ayrılması ve din özgürlüğünün yasalarla uygulamasıdır. Sekülerlik de aynı işlevi görür. Ancak sekülerlik yasalarla uygulanmaz. Seküler ülkeler yasa çıkarmadan aynı icraati yaparlar. Fransa laik bir ülkedir. İngiltere ise seküler bir ülkedir.
Laiklik bir ideoloji değildir. Din sömürüsü ve dinin siyasetçiler tarafından yozlaştırılmasına karşı alınan bir tedbirdir. İdeolojilerin yönetim modelleri ve felsefeleri olur. Ekonomik görüşleri olur. Laikliğin öyle bir özelliği yoktur. Trafikte kırmızı ışıktan geçmemenin bir ideoloji olmadığı gibi laiklik de bir uygulamadır. Bu kavramı abartarak bir taraf dini öteleyen bir ideolji olarak görmesi bir tarafın da laiklik olmayınca bilimin ve hayatın sona ereceğini düşünmesi bu derin çelişkiye yaratmaktadır. Diğer tarafın ise laikliği bir ideoloji gibi kavrayıp milletin kültür kodlarına nüfuz etmiş dinin ve işaretlerinin yok edilmesini ülkü haline getirmesi yanlışıdır.
Basit bir mantıkla bakılınca “suç olmamış olsaydı hapishaneye gerek kalmazdı”. Din sömürüsü olmasaydı laiklik kimsenin aklına gelmezdi.
Türk Milli Mücadelesinin temeli olan Kuvayı Milliye’ye din adamlarının yaklaşık %70’i karşıydı. Bu % 70’in önemli bir kısmı da yabancıların savunucusu ve casusu olmuştu. %30 kadarı ise bu kutlu mücadelede oranlarının üstünde katkı sağladılar. Balkan savaşı gibi bir bozgunun sebeplerinden biri de dini bölünmüşlüktür. Milli Mücadele kazanıldıktan sonra da rahat durmadılar. Çıkan 13 isyanda da parmakları vardı. Bu nedenle onlarla mücadele edip devleti yaşatmak gerekiyordu. Dinin doğru öğretilmesi gerekiyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa Tevhid-i Tedrisat kanununun 4. Maddesi ile İmam Hatipleri kurdu. Ama açamadı. Kısa bir süre denedi. Yasayı da kaldırmadı. Daha ileride açılacağını düşünmüş olduğu düşünülüyor. Aynı gün Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu. Seküler bir siyaset izliyordu. 14 yıl sonra yasalara laikliği geçirerek yasal hale getirdi. Böylece uygulama laiklik oldu.
Bu laiklik ne Fransız likliği, ne de İngiliz sekülerliğne benziyordu.Çünkü bu ülkelerde din alanında devletten maaş alan tek bir şahıs bile yoktur. Devletin tek bir resmi dini kurumu yoktur. Öyleyse bizim Türk laikliğine biraz daha yakından bakalım, üç unsur içerir:
Ancak laikliğin amacı yerine getirilememiştir. Laikçiler uygulamayı akıl almaz boyutta ağır uygulamışlar. Halkın çok büyük kesimini laiklik düşmanı haline getirmişlerdir. Karşı taraf da buna yalanla, büyük tekfir suçlamaları ile İslam düşmanlığı iddiaları ile cevap vermiştir. Bu çekişme asıl büyük grup olan ve Türk tipi bu laikliği benimseyen kimseleri rahatsız etmiştir. Halen de etmektedir.
Tevhid-i tedrisat yasası uygulanamaz haldedir. Eğitim tarikat ve cemaatleri kendisine ortak etmiştir. Bu eğitimden bilim, teknoloji, ilerleme ve gelişme çıkmaz. Hiçbir eğitim ilerlemesi sağlanamaz. Allah’ın verdiği akıl ile her varlığı ve maneviyatı layık olduğu yerde kullanmalıyız. Dini kendi yerinde değil de sömürü ve istismarlarda kullanırsak din diye bir şey kalmaz. Konuyu Miladi 901 ile 973 yılları arasında yaşayan büyük İslam Bilgini El Kindi’nin sözleri ile bitirelim. O zamanın din tüccarları hakkında diyor ki:”Bir tüccar malını sattığı zaman elinde o maldan nasıl kalmazsa, din sömürücü ve tüccarları da dini sattığı zaman onlarda din kalmaz.”
Özet olarak şu gerçeği ifade etmeliyiz: ”DAHA İYİSİ BULUNANA KADAR EN İYİ REJİM DEMOKRASİDİR” İslam dinine en çok uyum gösteren rejim de demokrasidir.