Amacım, Hans-Lukas Kıeser’in “Talat Paşa- İttihatçılığın Beyni ve Soykırımın Mimarı” adlı kitabının tam da 24 Nisan’a az bir zaman kala yayınlanmasından yola çıkarak haksız suçlamalara ve 2021’de daha da yaygınlaşacağını tahmin ettiğim Türk karşıtlığının “kirli ve büyük oyununa” dikkat çekmeye çalışmak.
Ermeni diasporası (yabancı ülkelerde yaşayan Ermeniler/ Ermeni azınlığı) ve onların üzerinden Türklerle hesaplaşma derdindeki efendileri sözde bir soykırım tarihi olarak uydurdukları 24 Nisan’a yeni bir fırsat olarak bakıyorlar. Onları anlarım, anlamadığım ve asla anlayamayacağım bizim vatandaşımız olan, o kimlik kartını taşıyanların bir kısmının bilerek, büyük bir kısmının da bilmeyerek bu yalanlara alet ve aracı olmalarıdır.
24 Nisan 1915 ne bir tehcir ( göç ettirme) ne de bir soykırımdır. Bırakınız soy kırımı hatta bir mukatele (karşılıklı vuruşma) bile değildir. 24 Nisan ihtilalci Ermeni örgüt merkezlerinin basılması, gizli evraklara, silah ve cephaneye el konulmasıdır. Elebaşlarının da yargılanmak üzere göz Anadolu’nun belli kentlerinde muhafaza altına alınmasıdır. Cephe gerisini güven altına almak için Rus ordusuna yardım ve Türk ordusuna ihanet eden cepheye yakın yerlerdeki Ermenilerin savaş sahasının dışına çıkarılması için göçe tabi tutulmaları Haziran 1915’de başlayacak ve kısa bir süre sonra bazı yerlerde geçici olarak daha sonra da ülkenin her tarafından tamamen durdurulacaktır.
Bizim tarihimizde, ta tarih öncesinden başlayarak Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dâhil asla bir soykırım yoktur. Ama sayısız ihanetler vardır. Ermeni ihaneti de bunlardan birisi ve hala istismar edilenidir.
“Millet-i Sadıka”(sadık/bağlı millet, sadık/bağlı halk” demişiz Osmanlı döneminde Ermeni ahaliye. Sadakat güçlü günlerde değil zor günlerde sınanır. Osmanlının bileğinin kuvvetli, kılıcının keskin olduğu günlerde değil, ardı ardına gelen isyanlar ve savaşlarla toprak ve kaynak kaybettiği o zor günlerde sadık kalmaktı sadakat. Askere gitmeden babadan oğula sanat ve işletme devrederek mal mülk ve servet sahibi olan azınlıklardan önce Sırplar, sonra Yunanlılar, Bulgar ve Romenler ayrıldılar Osmanlı’dan. Onların hepsi de batıda idi, Balkanlardaydı ve Osmanlı’nın yıkılışı batıdan başlamıştı. Sırada Ermeniler vardı, ağırlıklı olarak Anadolu’da, Anadolu’nun doğusunda yaşarlardı ama hiçbir yerde nüfusları yüzde yirmiyi geçmezdi.
1880’lerde birçok gizli ve ihtilalci örgütler kurdular. En tanınmışları Hınçak ve Taşnak’tı. Doğu ve batıda birçok isyanlar çıkarttılar özellikle 1890’lı yıllarda. Osmanlı Bankası’nı bastılar, Sultan Abdülhamit’e suikast düzenlediler ve sonunda Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte Rusların dümen suyunda ordumuzun gerilerine hain saldırılar düzenlediler.
Hangi ordu, hangi kumandan arkadan vurulmaya sessiz kalır ya da sessiz kalanlara ordu veya kumandan denir? Türk Başkumandanlığı da sessiz kalmadı, kalamadı, önce nasihat ettiler, sonra da yerlerini değiştirdiler, cephe gerisinden alıp savaş bölgesinin dışına gönderdiler. Bu keyfi bir yer değiştirme değildi, katliam hiç değildi. Bu bir nefsi müdafaaydı ve en doğal hakkımızdı.
Savaş sonrası mütareke döneminde İngilizlerin ilk yaptığı iş Osmanlı belgelerine el koymak ve suç unsurlarını bulmaktı. İngilizler arşivleri hallaç pamuğu gibi atarken İstanbul’daki hükümetler de alelacele İttihatçıları yargılıyordu Ermeni soykırımı yalanına dayanarak. Birçok haksız ve mesnetsiz suçlamalar yapıldı, insanlar yargılandı ve insanlar mahkûm edildi, insanlar asıldı. Boğazlayan Kaymakamı Merhum Kemal Bey’in idamı hala hafızalarda yaşar ve hala o mahkemeler için bir yüz karası olarak durur.
İngilizler bu kepaze yargılamalarla yetinmediler İttihat Terakki önde gelenlerini ve vatanseverleri birer birer toplayıp yargılamak üzere Malta Adası’na götürdüler. Onlar adına ne yazık, bizim adımıza ne mutlu ki İngiliz yargısı Türkleri yargılayacak bilgi ve belge olmadığını gördü ve yargılamadan vazgeçti. Meraklısı Uluç Gürkan’ın “Ermeni Katliamı Suçlaması Yargılama ve Karar” kitabına bakabilir. (Devam edecek.)