Şair ve devlet adamı Ziya Paşa o meşhur terkib-i bendinde "Ne günlere kaldık ey Gazi hünkâr;/ Katır mühürdar oldu, eşek defterdar!" der. Gerçi liyakatin yerini sadakat ve hatta biat alalı çok oldu ama devlet kadroları Ziya Paşa’nın dediği kadar da ayağa düşmedi henüz. Zaten benim “ne günlere kaldık” diye sızlanışımın sebebi de bu liyakatsizlikten çok başka: “Bilenlerin konuşmaması, bilmeyenlerin de susmaması!”
Yeni de değil bu hal; benim güzel ülkemde uzun zamandır “bilenler konuşmuyor, bilmeyenler de susmuyor.” Kimileri korkularına esir olmuş, kimileri korkunun adını tedbir koymuş, kimileri de sövmeyi, saymayı, bağırıp çağırmayı yiğitlik sanmış olmalı ki güçsüz gördüklerine yüzlerine karşı, güçlü sandıklarına da uzaktan uzağa sövüp sayıyor, el, kol, parmak sallıyor.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ve de “bilenle bilmeyen bir olur mu” diyen bir iman ve ahlak anlayışının mensubu olmakla övünenlerin, övünmesi gerekenlerin suskunluğunu da, hadsizliğini de anlamak mümkün değil.
Seksen küsur hukuk fakültesi var bu ülkede. Yani seksen tane anayasa, seksen tane ceza, seksen tane, deniz ticaret, seksen tane devletler hukuku, seksen tane ceza yargılama hukuku ana bilim dalı ve bu dallarda görev yapan yüzlerce akademisyen var.
Günlerdir Cumhurbaşkanının Türkiye’yi bir imzayla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarması ve Montrö’den de çıkarıp çıkaramayacağı tartışılıyor ve Anayasa profesörleri bir iki ismin dışında susuyor. Onlar susuyor ama konuya çok yabancı birileri o kanal senin bu kanal benim sabahtan akşama, akşamdan sabaha durmadan konuşuyor. Erbabının terk ettiği meydanları ehliyetsizler dolduruyor.
Montrö konusunda bilgi vermesi gerekenlerin ilk sırasında yer alan yüzü aşkın amiralin yaptığı açıklamalar ise “milli iradeye parmak sallamak” ya da daha net bir ifadeyle “suç işlemek için bir araya gelmek” olarak değerlendiriliyor. Öyle mi değil mi? Bunu önümüzdeki hafta daha net göreceğiz sanırım. Ama yine bilenler, bildikleri var sayılanlar yani konunun uzmanı hukukçu akademisyenler susuyor, yine bilmeyenler ordusunun kadrolu elemanları konuşuyor.
“Buza yazı yazmak” denir bu benim yaptığıma, farkındayım. Yine bilenler susacak yine bilmeyenler de susmayacak. Olsun varsın, onlar konuşmasın, öbürleri susmasın. Bu yazdıklarımızı da kimseler umursamasın. Yazmak aynı zamanda tarihe not düşmektir ve bir görevdir.
Bakarsınız günün birinde bir bilen çıkar ortaya ve konuşur. Bilginin hakkını vererek ve de adabı ve usulüyle ve yarınlara kalacak bir bilgelikle…