Ayasofya Cami-i Kebir’inde henüz bir yıl olmadan üç ayrı din görevlisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve birinci cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e hakaretler ve beddualar edildi. Hem de bunun ikisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin on ikinci cumhurbaşkanının huzurunda ve üstelik de din adamı titri taşıyan kimseler tarafından.
Atatürk’e insafsız ve izansız saldırı kadar Ayasofya Cami-i Kebir’inin ve vakıf müessesinin ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın adının buna alet edilmesi de ayrı bir üzüntü kaynağıdır.
Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk, tarihe damga vurmuş iki büyük Türk. Birisi “çağ açıp çağ kapatan” bir padişah, diğeri tarihte ilk defa galip devletlerin dayattığı barış şartlarına “hayır” diyen “yokluğun varlığı yendiği” bir savaşla çağına damga vuran bir asker, bir devlet adamı. İkisi de çağının çok çok ilerisinde iki insan, ikisi de bilim ve fenne açık ve aşina, ikisi de sanattan anlar ve ikisi de asrın hakim dillerini bilir ve konuşur.
İki büyük devlet adamıyla gurur duymak varken birinin üzerinden diğerine sövmek ve beddua etmek hangi akılsızlığın, hangi bilgisizliğin ya da hangi etnik ve fikri bir ezikliğin sonucudur? Ve neyin işaret fişeğidir, neyin habercisidir?
İlk defa Muzaffer Özdağ Ağabey yıllar önce İstanbul’da biz bir grup gençle yaptığı bir sohbette “Eğer Peygamber Efendimizin “Konstantiniye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, fetheden asker ne güzel askerdir” hadisi sahihse ve eğer biz o hadise inanıyorsak İstanbul’un ilk fatihi güzel ve kutlu da ikinci fatihi yani Mustafa Kemal Atatürk niye güzel ve niye kutlu değil” demişti. Sahi niye birinci fethini ve o fethin kahraman kumandanı ve askerlerini saygıyla yad ederiz de bazılarımız sıra ikinci fethe gelince sadece susarlar, hatta susmaktan da öte o ikinci zaptın daha doğrusu o muhteşem kurtuluşun kumandanına rahmet okumazlar? Bırakınız rahmeti niye beddua okurlar ve dinleyenler niye sessiz kalırlar?
Yazımın başlığı “vakıf bozan padişah!” Bana değil, bir ünlü tarihçiye ait bu ifade. Harvard Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Cemal Kafadar, şimdilerde birilerinin bedduasına sıkı sıkıya sarıldığı Fatih Sultan Mehmet Han için kullanıyor bu tanımlamayı.
Prof. Dr. Cemal Kafadar, Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1000’in üzerinde vakfı neshettiğini(kapattığını) yazar. Prof. Dr. Halil İnalcık ise Fatih Sultan Mehmet Han’ın kamulaştırdığı vakıf köylerinin sayısını 20.000 olarak verir.
Tamamen hâyri(hayıra yönelik, hayır için) bir amaçla kurulan vakıf müessesinin zamanla nasıl bozulduğu, nasıl soygunlara ve özellikle de kamu mülkünün ele geçirilmesinde, kişiselleştirilmesinde nasıl kullanıldığının çok acı ve açık hikayeleri vardır Halil İnalcık Hoca’nın “Devlet-i Aliyye” isimli devasa külliyatında.
Fatih’in 20.000 köyü miri mülke çevirmesi(kamu mülkü yapması) üzerine Anadolu’da Halveti dervişlerinin nasıl muhalefet ettiğini, sorunun nasıl büyüdüğünü anlamak için hem Devlet-i Aliyye’lere hem de Hoca’nın “İki Karanın Sultanı, İki Denizin Hakanı, Kayser-i Rum Fatih Sultan Mehemmed Han” kitabına bakabilirsiniz.
Konu uzundur ama fazla uzatmaya da gerek yoktur. Bu faslı şimdilik kaydıyla, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Partisi’nin Grup toplantısındaki konuşmasından bir bölümle noktalayalım:
“Atatürk’e tahammülsüzlük Türkiye cumhuriyetine tahammülsüzlüktür. İdeolojik doğmalarla, ilkel bir taassupla, keskin önyargılarla Atatürk düşmanlığı yapmak millete değil hıyanete hizmettir.”