Bazı şeyleri çok geç olmadan gündeme getirmek gerekiyor. Bunların başında belki de dindarlaşma adı altında her anlamda gerek demografik yapıda gerekse kültürel bağlamda hızla Araplaşmamız geliyor. Evet dindarlaşmıyoruz Araplaşıyoruz hatta Bedevileşiyoruz.
Diyanet İşleri eski Başkanlarından Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun İSAMER(İslam Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi) tarafından yayınlanan “İslam’ın Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” adında harika bir kitabı var.
Allah’ın tevhit dini olan İslam’la bizim onu anlama ve uygulamamız olan Müslümanlığımızı ele alan Muhterem Başkan “ikisi arasındaki makasın her geçen gün biraz daha açıldığı” tespitinde bulunuyor ve bundan duyduğu üzüntüyü dile getiriyor.
Yüce Allah’ın kutsal kitabında sevgili Peygamberine “şüphesiz sen yüksek bir ahlâk üzeresin" derken, Peygamberimiz de, "Ben ancak yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim" demiştir.
Ahlâkın dindeki bu önemli yeri sebebiyledir ki Peygamberimiz insanları, Allah’ı tanımaya ve yalnız O’na ibadet etmeye çağırırken ahlâkî esaslara uymayı da öğütlüyordu. Nitekim Peygamberimiz Kabe’yi ziyaret için gelen Yesrip (Medine)lileri Akabe denilen yerde karşılayıp onlara İslamiyeti telkin ettiği zaman şöyle demişti:
"Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye bühtan etmemek, iyi işi işlemekte karşı gelmemek üzere bana biat ediniz (yani bana söz veriniz).
Ahlak sadece, mensubu olmakla haklı bir mutluluk ve gurur duyduğumuz İslamiyet’in değil, tüm İlahi dinlerin ve hatta tüm dini öğretilerin en esaslı unsurudur. Ne yazık ki, şekle öze tercih eden ve giderek ahlakı dışlayan bir din anlayışı giderek yaygınlaşıyor ve bizi biz yapan değerler hızla değersizleştiriliyor.
Bir diğer husus da bizi biz yapan Hanefi-Maturidi İslam anlayışından Selefi-Vehhabiliğe doğru hızla savrulmamızdır. Bu savrulma her geçen gün hızını artırmaktadır. Dilimiz, adap ve edebimiz bozuluyor. Artık İstanbul gırtlağı ve şivesiyle okunan ezanlara hasretiz. Araplaşmak ve hatta Bedevileşmekten kastım da budur.
Bir taraftan değerlerimiz değersizleştirilir, dinimiz ahlaktan tecrit edilmek istenirken diğer taraftan da nüfus yapımız hızla bozulmaktadır. Sığınmacı adı altında ülkeye gelen ya da alınan Suriyelilerin yanında Afganistanlı Puştunlar ve Afrikalıların bir daha geri döneceklerini sanmak saflık olur. Kalacaklar, hızla çoğalacaklar ve çok değil on on beş yıl gibi bir süre sonra çok ciddi ekonomik, sosyal, hukuksal, adli ve milli sorunlara kaynak olacaklardır. Vasıfsız, idealsiz, vatansız ve hayalsiz insanların yaratacağı sorunlara bugünden akıl ve milli değerler açısından bakıp gerekli önlemleri almazsak yarın çok geç olacaktır. Daha şimdiden bu insanlar özellikle güneydoğudaki bazı illerde bu vatanın kurucu unsuru ve asli sahibi olan Türklerin nüfusunu ya geçmişlerdir ya da geçmek üzeredirler. Bir süre sonra bölgede söz sahibi olan ya da olmak sevdasındaki emperyalist ülkeler tarafından körüklenen ve daha da körüklenecek olan yerel özerklik gibi bir sevdayla ortaya çıkmayacaklarını kim garanti edebilir?
Bu satırlar asla umutsuzluk satırları değildir. Bu millet öldü sanıldığı gün ayağa kalkmış, yedi düvele kafa tutmuş ve tarihin en şanlı destanını yazmış bir millettir. Sadece kendi kaderini kendi iradesi ve azmiyle yazmış değil aynı zamanda tüm mazlum milletlere örnek ve öncü olmuş bir millettir. Bu millet şanlı Türk Milletidir.