Milletler, iktisâdî savaş yanında; belki de ondan daha hızlı, ondan daha yaygın, ondan daha tesirli ve hattâ hepsinden daha ‘vahşî’ bir kültür mücâdelesi vermektedir.
‘Vahşî’, kimseyi şaşırtmasın, yanıltmasın, aldatmasın!...Bilhassa; ABD’nin, AB’nin, Çin’in ve Rusya’nın, iktisâdî ve askerî tahakküm kurmaya çalışması yanında, başta dil/lisân ve dîn olmak üzere yaygınlaştırmayı hedeflediği, her geçen gün biraz daha âşikâr olmaktadır.
Dolayısiyle, her millet için ve hâliyle, bizim için de millî kültürün şahdamarı, onun konuştuğu anadili’dir.
Dilin, sâdece ‘konuşmada/günlük anlaşmada değil; târihî, coğrafî, ilmî, iktisâdî, tıbbî, bediî, edebî, dînî, an’anevî yâni topyekûn sosyal maddî ve mânevî değerleri ifadelendirme kudreti, onun cihânşümûl mânâda önemini artırmaktadır.
Şu var ki; dil üzerindeki ilmî çalışmalar, onun bozulmasına, tahribatına, zedelenmesine fırsat vermemeli; mevcudu muhafaza ederek, hem kelime hazînemizin gelişmesi ve hem de var olan kelimelerin sağlıklı bir zemine oturtulmasını sağlamalıdır.
Dilimiz Türkçe, bizim en üst kültür değerimizdir.
Onsuz, anlaşabilmemiz, günlük ihtiyaçlarımıza cevap verebilmemiz bir yana; dînimizin esaslarını, târihimizi ve her türlü fennî, edebî faaliyetlerimizi yürütemeyeceğimiz gibi, ‘alt-kültür’ değer unsurlarımızı da tahakkuk ettirebilmemiz mümkün olamaz.
Meselâ; bir F(ı)ransız kültürünün arkasında, kuruluşu ve sesbilgisi/fonetiğiyle Lâtince’ye ulaşan mâzî safhasında, -Türkçe’miz kadar kadim bir dil olmamasına rağmen-, ilgilileri tarafından, asırlardan beri korunan bir F(ı)ransız Dili yâni F(ı)ransızca vardır. Hattâ; İngilizce’yle, okunuşları farklı/millî karakterli kelimeleri de, neredeyse, yarıyarıya müşterektir. Bu durumda bile; herbiri (Fıransızlar veya İngilizler) kendi dilleriyle iftihar etmekte ve kendi dillerinin korunması ve geliştirilmesine itina ve canhıraş gayret göstermektedir.
Diyeceğim şu ki; biz, Türkçe’nin korunması geliştirilmesi hususunda ne yazık ki onlarla mukayese edilemeyecek derecede ihmâlkârız.
Düşününüz ki, Orhun Kitâbeleri’nde veya Yûnus Emre’nin şiirlerinde geçen Türkçe kelimelerin yerinde, bugün “uydurukçaları” cirit atmaktadır. Bu ise; millî kültürü ve târihî değerleri tahriptir!..
“Batı” diye ifade edilen şey/mefhûm, alt kültür unsurlarının “hıristiyanlıkla” kaynaşmış, her milletin hususî zevki kendine mahsus olmak üzere, sosyal bir hayat tarzı kabûl edilmiş hâlidir.
Başta Türkçe olmak üzere, millî değerlere hassasiyet göstermemek ve umursamazlık, kültürün şahdamarına tecâvüz, târihe ihânet ve en ufak bir müdâhalede tâli damarların da koparılması olacaktır.
Millî kültür mes’elesinin en vahimi; bilgisizlik, târih şuûrundan mahrûmiyet ve gaflettir. Bunlar; mes’eleyi, tabiat varlıklarının tahribatına kadar götürebilir değil, götürmüştür.
Türkçe’ye sahip çıkma şuûrunda olmayan, adamsendeci, vurdumduymaz bir zihin ve hangi diri gönül; dînî mefhûmlara, târihî eserlerdeki çarpıtılmaya, argolaşmaya ve müstehcenleşmeye, ağaç katliamına, suyun/denizin/gölün/nehrin katledilmesine ve kirletilmesine ses çıkaracaktır?
Misâller vereyim:
Defalarca söyledim ve yazdım. “Öz” kelimesi, Türkçe’dir. “Gür” kelimesi de, Türkçe’dir. Fakat, “özgür” nedir? Bir de, bu kelimeye eklenen (-lük) takısı/eki vardır ki, o da, Türkçe’dir.
Fakat, ne “özgür” kelimesi Türkçe’dir ve ne de “Özgürlük” Türkçe’dir. Önce, bu, bilinmelidir. Çünkü; bu kelime, Türkçe’nin hiçbir kaidesine uygun bir şekilde/uygun bir usûlle türetilmemiş; tamamiyle uydurma bir kelime olarak ortaya atılmıştır.
Soralım: “Özgür”, hangi fiil köküne, hangi Türkçe ek getirilerek yapılmış ve hangi kelimelerin yerine konulmuştur?
Şâyet “özgür” kelimesi doğru ise, ve Türkçe bir mefhûmu ifade ediyorsa, bu hak, hecelere yer değiştirmek suretiyle yâni “gür-öz” demekle de sağlanabilmelidir. Yâni “gür-öz” birleştirilir, aynı usûlle bir kelime türetilmiş olur. Olur da, ne olur, mes’ele burada!..
Peki; “özgür”, hangi ihtiyaçtan doğmuştur? Hiç, değil mi?
Çünkü, buna bağlı olarak yapılan “özgür-lük”, “hür-hürriyet-hürriyetçi; serbest-serbestlik-serbestiyet-serbestlemek-serbestleşmek-serbestlik, serbestî, serbestçe...” gibi bunca kelimemizin yerine getirilmiştir hattâ bunları saf dış bırakmak hedefindedir. Bunca kelimenin saf dışı bırakılmak istenmesi, Türkçe’nin kelime hazînesinin zayıflatılması demektir.
Şimdi, biri çıkıp desin ki, “Arkadaş, sen, yanlış söylüyorsun!..Bu “özgür” var ya, dosdoğru türetilmiş, dosdoğru mânalandırılmış, târihî muhtevâya sâhip bir kelimemizdir!”
Diyemez, çünkü, durum, ifade ettiğim gibidir!
Buna bağlı olarak birkaç örnek vereyim:
Meselâ; ”Özgür yarınlar” ne demektir?
Meselâ; “Yüreği özgürdür” ne demektir?
Meselâ; “Özgürlüğün sesi” ne demektir?
Meselâ; “İBB’nin özgürlüğe kavuşturduğu atlar”, ne demektir?
Meselâ; Özgürlüğümüz her şeyimizdir” ne demektir?
Meselâ; “Zinâ özgür bırakıldı”, ne demektir?
Meselâ, “128 milyar özgür”, ne demektir?
Meselâ; “Özgürlüksel marş”, diyebilir miyiz?
Peki!...Ve peki!..İstiklâl Marşı’mızdaki ”hür” ve “hürriyet” kelimeleri ne olacaktır?
Serbest Bölge, serbest vuruş, serbest atış, serbest bırakmak, serbest güreş, v.s ne olacak?
Hürriyet aşkı/âşıkı, hürriyet şâiri, hürriyet kahramanı, “Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz!”, hürriyet âbidesi, hürriyet meydanı,...ne olacak?
Birkaç başka kelime daha!..
Yine defalarca dile getirdim ki, -zâten bilinen bir husustur- (-el) ve (-al) takıları F(ı)ransızca’dır. Kültürel, festival, sosyal, emperyal, k(ı)ristal, oryantal, aktüel...böyledir!
Bunları, sakın, Türkçe’mizdeki, ‘güzel, emel, temel, tembel, Kemal, Cemal, Meral, hamal, uysal...gibi kelimelerimizle mukayese etmeyelim, karıştırmayalım.
Buna, bir (-s) harfi de ekleyerek, (-sel, -sal) hâlinde, âidiyet takısı yapılmakta ve buna, ne yazık ki, Türkçe demektedirler.
Meselâ; târih, Arapça’dır. Buna bağlı olarak târihî denilir. Aidiyet eki olan (-î) yerine, F(ı)ransızca (-s-el) ekleyerek, târihsel deyip, bunu da, “öz Türkçe” diye piyasaya sürmektedirler. Çok garip değil mi!?
Peki!..Yanlış olarak kurulan ve tabiat yerine kullanılan (doğa) kelimesine de, bu takıyı ilâve ederek yapılan “doğasal” ne ola ki?!..Tabelâda, “Doğasal Baharat” yazıyor!!! Bu; nasıl bir şeydir, demeyelim mi!?
Devam edelim: “Parasal işlemler- İnsan, dilsel bir varlıktır- yerel esnaf- zamansal ve mekânsal sorunlar...” ne demektir?
Şimdilerde de, yine bir kanun/yasa teklifi hazırlanıyor: “Siyasî Etik Yasası!”
“Ahlâk” değil de, niçin, F(ı)ransızca “etik”?
Son kelimemiz, son günlerin moda kelimesi meşhûr “müsilâj” olsun!..
Siyâsetçiden, ilim adamından köydeki çiftçimize kadar, herkes, “müsilâj” diyor.
Neymiş “müsilâj”?
“Deniz salyası”, değil mi?
İlk günlerde, “deniz salyası” deniliyordu!..Bu Türkçe tâbir, birdenbire, F(ı)ransızca “mussilage/müsilâj” oluverdi ve Türkçe sevdâlıları (!) bunu çok sevdi. Hayırlı (!) olsun!..
Diyeceksiniz ki, hâlâ, “salgın” değil de, “pandemi” kelimesi dilden dile dolaşıyor!..
Yâni!?
Şahdamar kesilmeye devam ediliyor, vesselâm!!!..