İnsan sadece bedenden ibaret olan bir varlık değildir. Onun bir iç dünyası, ruhî ve manevî hayatı ve bir gönlü de vardır. Cemil Meriç,“İnsan asıldır, mukaddes olandır. Medeniyetler onun eseridir.” der. İnsanı “asıl ve mukaddes” yapan, onu öteki canlılardan ayıran ve üstün bir konuma yükselten işte sahip olduğu bu özellikleridir. İnsanda elbet akıl, zihin, göz, kulak, bağırsak, mide de vardır. Ama insanı gerçek anlamda insan yapan bunlar değil; değerli yazar, gazeteci, eğitimci, düşünce ve gönül adamı, sevgi, dostluk ve iyilik sembolü merhum İrfan Fethi Gemuhluoğlu (1922-1977)’ nun da dediği gibi, her şeyden önce gönlüdür ve “insan gönlünden ibarettir.” Dolayısıyla insanın yalnız midesini doyurmak, birtakım bedenî ve fizikî ihtiyaçlarını gidermek onun mutlu ve huzurlu olmasına yetmez. Dünyada açlığı ve susuzluğu giderilince rahata eren tek canlı, hayvandır. İnsan ise, karnı doydukça başka ihtiyaçları, başka açlıkları, başka birtakım arzu ve istekleri de ortaya çıkan bir canlıdır. O sebeple insanın midesi ile birlikte ruhunu, kalbini, gönlünü de doyurmak, onun aklını ve zihnini eğitirken ruhunu ve gönlünü de eğitmek gerekir. Bir toplumu ancak çok iyi bir eğitimle yetişmiş insanlar ayakta tutabilir. Ama bu eğitim tek taraflı olmamalı, insanın fıtratına, onun yaratılış gerçeğine uygun bir şekilde verilmeli, onun manevî ihtiyaçlarını da dikkate almalı, onları da asla ihmal etmemelidir. İdeal insan, kendisi ve toplumu için yararlı işler görebilecek sağlam karakterli, dürüst, çalışkan bir insan ancak böyle yetişir. O sebepledir ki, akıl ve zihin eğitimi ile ruh ve duygu eğitimi birlikte verilmeli, verilen eğitim akıl ve zihin ile birlikte ruhları ve gönülleri de besleyip zenginleştirmelidir. Bu nitelikleri taşımayan bir eğitim eksik kalmış bir eğitimdir. Böyle bir eğitimin insanı yüksek ahlaklı, olgun, dürüst, çalışkan, sağlam karakterli, kişilik sahibi, yapıcı, kendisine hemen her konuda güven duyulan, seven ve sevilen bir insan olma seviyesine yükseltmesi mümkün değildir. Güney Afrika’nın efsane lideri Nelson Mandela, eğitimin insanların beyinlerinden önce yüreklerine hitap etmesi gerektiğini söyler. Ünlü Rus yazarı Maksim Gorki’ye göre de, insan iyi yürekli olursa onun her zaman arayanları bulunur. Aristo’ya göre ise, ideal insan, iyilik yapmaktan zevk alan insandır. Bütün bu olumlu ve güzel vasıflara sahip olması, hiç şüphesiz insanın alacağı eğitimle çok yakından ilgilidir ve önemli olan, Samuel Johnson’un da dediği gibi, insanın nasıl olduğu, nasıl öldüğü, malı-mülkü, makamı, unvanı vb.değil, nasıl yaşadığı, insanî ve ahlâkî davranışları, sağlam karakteri ve dürüstlüğüdür.
Ama ne var ki insanın kalbini, yüreğini, gönlünü doyurmak, onun manevî ve psikolojik ihtiyaçlarını gidermek, midesini doyurmak kadar kolay değildir. Aç bir insan, arzu ettiği yiyeceklerle dolu mükellef bir sofra bulamasa da nihayet bir iki dağ meyvesi yer, üstüne de akıp giden dereden bir iki yudum buz gibi soğuk su içerek açlığını bir ölçüde giderebilir. Bu kolay ve mümkündür. Ancak insanının psikolojik ve manevî ihtiyaçlarını gidermek, onun ruhunu, kalbini ve gönlünü doyurmak, ona sevmeyi, paylaşmayı, acımayı öğretmek, onun gönlünde hak, hukuk, adalet tohumlarını yeşertmek, ona insan, vatan, millet, bayrak sevgisini, haram-helal duygusunu aşılamak; maddî ve fizikî ihtiyaçlarını gidermek, karnını ve midesini doyurmak kadar kolay değildir. Bu, aile içinde çok küçük yaşlardan başlayıp bütün eğitim-öğretim kademeleri boyunca devam eden uzun bir süreci kapsar. Elbet her türlü sanat ve eğitim programlarının da bu amaca yönelik olarak hazırlanmış olması da gerekir. Aksi halde çevremizin sevgi ve hoşgörü fakiri, maddeci, çıkarcı, katı yürekli, acımasız, hak ve adalet duygusu gelişmemiş insanlarla dolup taşması, o sebeple de huzuru ve mutluluğu mumla arar hale gelmemiz işten bile değildir. Theodore Roosevelt’e göre, “Bir insanı ahlâken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma bir belâ kazandırmak demektir.” Zira Tanpınar’ın da dediği gibi, “Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.” Ünlü şair Cenap Şahabettin’in, “Midesi aç olanlardan çok kalbi aç olanlara acırım” sözü de, bu gerçeğe işaret etmektedir.
Hiç şüphesiz insanın ahlaklı, sağlam bir kişilik ve karakter sahibi olmasını sağlayan onun maddî zenginliği, malı-mülkü, unvanı, makamı, kılık kıyafeti, hatta aklı ve zihnî yetenekleri değil, ruhî hayatıdır, gönül zenginliğidir, iç dünyasında var olan değerlerdir. İnsan ancak gönlü zengin, erdemli, dürüst, sağlam karakterli olduğu zaman bir değer ve üstünlük kazanır. Onu gerçek anlamda insan yapan her şeyden önce bu değerlerdir. Bir atasözüne göre, “Hayvanın alacası dışta, insanın alacası içtedir.” O itibarla, bu değerler insanın içinde, yüreğinde, gönlünde olduğu için, dış görünüşüne, malına mülküne, makamına, şöhretine, yapıp ettiklerine bakarak insanı tanımak ve onun hakkında doğru bir hüküm vermek öyle pek kolay bir iş değildir. Bunun için çok titiz bir dikkat ve uzunca bir gözlem süreci geçirmek lâzımdır. Mevlâna, “Sakın görünüşe aldanma. Görünüşte herkes insandır, ama gerçek insan hal ehli olandır. Her sedefte inci bulunmaz” der. Yusuf Has Hâcib’e göre de “Gerçek insan, gönlünü avucunun içine alıp, halk içinde utanmadan gezebilmelidir.” Öğle güneşi altında elinde fenerle sokakta dolaşan Sinoplu Diyojen’e ne yaptığı sorulunca, “insan arıyorum” demesinin ve bir başka düşünürün, “Ne insanlar gördüm, üstünde elbise yok; ne elbiseler gördüm, içinde insan yok.” diye yakınmasının sebebi de budur. İnsan ne kadar zeki veya akıllı olursa olsun, dayanacağı bir başka güce mutlaka ihtiyacı vardır. O güç her şeyden önce onun sağlam karakteri ve kişiliğidir. Ünlü Rus şair ve oyun yazarı İvan Sergenyevic Turgenyev, “Kişilik, sayın bayım, en önemlisi budur işte: İnsanın kişiliği bir kaya gibi sağlam olmalıdır; çünkü her şey onun üzerine bina ediliyor.” der. İnsan her ne ise o olmalı, asla olmadığı gibi hareket etmemeli ya da olmadığı gibi görünmemelidir. Çünkü öyle olmakla öyle görünmek farklı şeylerdir. Söz gelimi, din bütünüyle ahlâk demektir. Hz. Ali ,“Güzel ahlâk en güzel dindarlıktır.” der. Ama ne var ki dini bilmek ve dindar görünmekle dini yaşamak farklı şeylerdir. Ancak dini doğru bir şekilde, özüne, aslına uygun olarak yaşar ve onun gösterdiği yoldan yürürseniz gerçek bir dindar ve yüksek ahlâk sahibi bir insan olabilirsiniz. Aksi halde dine ve gerçek dindarlara da zarar vermiş olursunuz.
Gönlü ve düşünce dünyası zengin, olgun, bilgili ve özgüven sahibi insanlardan kimseye zarar gelmez. Onlar sözlerine sadık, sağlam karakterli ve güvenilir kimselerdir, dost canlısıdırlar, çıkar gözetmezler, her şeyi Allah rızası için yaparlar, yalnız oldukları, kimsenin görmediği zamanlarda ve mekânlarda bile dürüst ve doğru davranırlar, hak, hukuk ve adaletten ayrılmazlar. Böyle insanların söz sahibi ve yönetici olduğu toplumlarda eleştirilecek ve yakınılacak konular da elbet kendine pek yer bulamaz. İnsanlar mutlu ve huzurlu olur; aynı toplumda birlikte ve aynı değerleri paylaşarak yaşamanın tadını varırlar. Zira böyle bir toplumda her şey yolunda gider.