Lozan Antlaşmasının 98’inci yıldönümündeyiz. Sadece iki yıl kaldı “Lozan’ın ömrü 2023’de doluyor” diyenlerin gerçeklerle yüzleşmesine ve Lozan’ın bu devletin ebedi bağımsızlık belgesi ve bu yurdun delinmez tapusu olduğunun görülmesine.
Lozan’ı küçültmeye kalkanlar onu Osmanlı İmparatorluğu’nun son antlaşması olan Sevr ile değil de Milli Mücadele’nin hedefler manzumesi olan Misakı- Milli(Milli Yemin) ile mukayese etme kurnazlığına başvururlar. Her şey dengiyle kıyaslanır; bu genel kuraldır. Antlaşma da antlaşmayla kıyaslanır. Lozan da ancak ve ancak Sevr ile mukayese edilir ve öyle yapılırsa gerçekler çok daha iyi ve net ortaya çıkar.
Kimse “Sevr imzalanmadı” ucuzluğuna kapılmasın; Sevr imzalanmıştır ancak onaylanmamıştır. Çünkü ortada onaylayacak bir makam yoktur. “Halife Padişah Efendimiz ne güne duruyordu” diyenler de önce Teşkilatı- Esasiye Kanunu’nda 1909’da yapılan değişikliğe bakmalılar. O değişiklik “uluslararası anlaşmaları onaylama yetkisini” meclise vermiştir. 10 Ağustos 1920’de yani Sevr’in imzalandığı tarihte İstanbul’da bir Meclis yoktur. İngilizlerin 16 Mart 1920’de işgal ettiği Meclis-i Mebusan’ı Padişah Mehmet Vahdettin de Nisan 1920’de kapatmıştı. Ankara’daki Milli Mücadele Meclisi’nin de böyle bir kepazeliği onaylaması düşünülemezdi bile.
Sevr’i Halife Padişah Mehmet Vahdettin resmen olmasa bile fiilen onaylamıştır. Sevr şartlarının galip devletler tarafından bildirilmesi ve tehdit dolu ifadelerle onay için son tarih verilmesi üzerine Padişah Vahdettin 22 Temmuz 1920’de Yıldız Sarayı’nda “Saltanat Şurası”nı toplar.
Saltanat Şurası “gayrı resmi meclis” hüviyetindedir; eski sadrazam ve nazırlar, ayanlar ve aydınlardan oluşur. İlkini İzmir’in işgali üzerine toplamıştı, ikincisini de barış şartlarını kabul edip etmeme, daha doğrusu kabule bir mazeret temin etmek amacıyla toplar. Sadrazam Damat Ferit Paşa padişah adına yönetir şurayı. Uzun bir konuşma yapar Damat Ferit Paşa ama ben can alıcı bir bölümünü hem o günün diliyle hem de bugünün diliyle vereceğim, vermeye çalışacağım.
O günün diliyle: “Zümrei âliyenin devleti Osmaniyeye teklif eylediği ahitname efkârı tedhiş edecek derecede vahim ve şedit olmakla beraber bir yandan zebun ve elim bir mevcudiyet temin ediyor. Diğer taraftan ret halinde mahvı kat’i ile tehdit eyliyor.”
Bu günün diliyle: “Yüksek topluluk Osmanlı Devletine önerdiği anlaşma ile kamuoyunu dehşete düşürecek derecede tehlikeli ve şiddetli olmakla birlikte bir yandan güçsüz ve acıklı bir varlığı sağlıyor. Diğer yandan ret halinde kesin bir yok oluş ile korkutuyor.”
Resmi belgelerde “zümrei âliye” diye geçen yüksek topluluk İngiltere, Fransa ve İtalya’dır. Osmanlıyı “ya zillet ya ölüm” diye tehdit etmekteler. Saltanat Şurası’nda az sayıda insan söz alır ve hemen hepsi de “zilletten yana” fikir açıklar. Sonunda “şartları kabul edenler ayağa kalksın” denildiğinde Padişah Mehmet Vahdettin ile birlikte herkes ayağa kalkar. Padişahın gitmek üzere ayağa kalktığı ileri sürülecektir yıllar sonra savunma sadedinden olmak üzere. Topçu Feriki Rıza Paşa da ayaktadır ama “çekimser” olduğunu söyler. O toplantının bir onuru varsa o Rıza Paşaya, bir utancı varsa o da başta padişah olmak üzere tüm şura üyelerine aittir.
Bu toplantıdan sonra üç kişilik bir heyet oluşturulur ve anlaşmayı imzalamak üzere Fransa’nın başkenti Paris’e gider. Ayan Meclisi Üyesi Hadi Paşa başkanlığında Rıza Tevfik(Bölükbaşı) ve Bern Büyükelçisi Reşat Halis Beyden oluşan heyet 10 Ağustos 1920’de 423 maddelik Sevr Antlaşmasını imzalar.
Ankara İstiklal Mahkemesi kısa bir süre sonra Damat Ferit, Hadi Paşa, Rıza Tevfik(Bölükbaşı) ve Reşat Halis beyleri vatana ihanet suçundan idama mahkûm edecektir.
Ankara Hükümeti daha 7 Haziran 1920’de yaptığı bir açıklama ile “İstanbul Hükümetlerinin 16 Mart 1920’den sonra imzaladığı tüm anlaşma ve sözleşmeleri, alınan kararları, verilen imtiyazları, maden devirlerini, ruhsatnamelerini vesaireleri yok hükmünde saydığını” tüm dünyaya bildirmişti. Sevr de yok hükmündeydi ve gerçekten de yok olacaktı.(Devam edecek)