Yüce ve mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîmden üç âyet meâliyle başlıyorum. Şöyle buyuruluyor:
“O hayvanları, akşam vakti getirirken ve sabahleyin salarken, onlarda sizin için bir zevk ve güzellik var.” (En-Nahl, 6)
“Sizin ağırlıklarınızı da yüklenirler ve ancak can zahmeti ile varabileceğiniz bir beldeye de taşırlar. Muhakkak ki Rabbiniz Raûf’dur, Rahîm’dir (çok esirgeyicidir, çok merhametlidir).” (En-Nahl, 7)
“Hem kendilerine binesiniz, hem de zinet olsun diye atları, katırları, merkepleri yarattı; ve şimdi bilemeyeceğiniz daha neler (acaip şeyler) yaratacak!..”(En-Nahl,8) (Bknz. Kur’ân-ı Kerîm ve Meâli Âlisi, Hazırlayan: A. Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat ve Matbaacılık A. Ş., Duran Ofset Basımevi, İstanbul, Târihsiz, Sf. 268-269).
Türkiyemiz, güzel vatanımız, günlerdir cıyır cayır yanıyor!..Kara, kapkara, dumanlı, alevli günler yaşıyoruz!..
Bilmiyorum, kaç kara gün geçirdik ve kaç kara gün daha yaşayacağız!..
Alevler içinde kıvranan, çırpınan, aman dileyip yardım isteyen canlar, göz göre göre ölüyor!..
Meleşemeyen kuzular, ötemeyen çeşit çeşit kuşlar, kartallar, şahinler, kargalar, serçeler, uluyamayan kurtlar, kişneyemeyen atlar... ayılar, yılanlar, inekler, kaplumbağalar, sincaplar, kelebekler, çekirgeler, karıncalar, arılar...Yanıp kararıp yok olan papatyalar, gürgenler, çamlar, zeytinlikler, keçiboynuzu ağaçları...hepsi aynı feryâd içersinde!..
Yemyeşil ormanlıklar kara bulutlara gömülü; dağ-taş kül rengi dumanlara bürünmüş, ufuklar kızıl alevlerle kuşatılmış!..
İnsanlar ölüyor, mallarının yandığını da görünce çırpınıyorlar...
İnsanlar da, hayvanlar da, bitkiler de, kıpkızıl alevlerin arasında zifiri zamanlar geçiriyorlar!..
Tırmıklarla, ellerindeki/evlerindeki gazoz şişelerine varıncaya kadar kovalarla yangın söndürmeye gayret eden koskoca bir millet, kadınıyla, erkeğiyle, genci ihtiyarıyla seferber olmuş, tek hedefe teksif olmuş vaziyette!..Herkes bir millî mücâdele veriyor!
Şaşırdıklarım da olmuyor değil!..
Devletin en salâhiyetlisi ve mes’ulü, “Yangın olur da ormanda canlılar yanmaz mı?” deyince, aklım tutuldu!..
Aklıma, Yûnus Emre’mizin, “Benim bir karıncaya vallah istadım vardır” mısrâsı geldi!..
Ciğerimiz tutuşurken, hattâ ta uzaklardan Azerbaycan’dan yardım eli akın akın gelirken, bizdeki ağız-dalaşından ise, iğrendim!..
Çöl istemeyenler, çorak toprak görmeye rıza göstermeyenler, Şanlı Peygamberimizin, “Öleceğini bile bilsen bir ağaç dik!” mübârek emrininin sâdık temsilcileri, nasıl olur da, yangına hazırlıksız olabilir, aklım bir türlü almıyor!..
Efkârlanmamak, kahretmemek elde değil!..
Elimizdeyeterli yangın söndürme tayyaremiz olmadığı için can-hıraş çırpınanların sesini duyup perîşân hâllerini gördükçe; kendi yangın tayyarelerimizi temin edemeyenleri/etmeyenleri, Yüce Allah’a havale etmekten başka da elimden bir şey gelmiyor!..
Bir avuç Yunanistan’ın veya İtalya’nın bile kaç tane yangın söndürme uçağı varmış!..Rusya, bize, yangın söndürme uçağı göndermiş de teşekkür ediyoruz... peşinen!..
İnsan kaybımız azmış veya dünyanın bilmem neresinde bizden daha büyük yangınlar oluyormuş da, onlarınki aylardır devam ediyormuş gibi sığ bahaneler, yukarıdaki âyet-i kerîme meâlleriyle ne kadar uyuşmaktadır, takdirlere arzediyorum.
Kendilerini seksenbir milyonun temsilcisi gören genç ve cesûr kahramanları, hayatlarını hiçe sayarak ölüme koşan yiğitleri de gördükçe ümidim artıyor!..
Tedbirsizlik, beceriksizliğe; becerisizlik, çâresizliğe yol açmıştır!..
Hâliyle, çâresizlik, fecî bir şekilde bunca canın (insanın, hayvanın ve bitkinin) yok olmasına sebep olmuştur.
Bunlara rağmen; birleşen gönüller, millî birlik ruhuyla el ele tutuşmayı bilmiştir!..
Necip Fâzıl, “Yine Hâl” başlıklı beytinde, idrâk sâhipleri için gerekli îkazı yapıyor:
“Kazanda su kaynasa sanki ben pişiyorum;
Bir kuş bir kuş öldürse ben can çekişiyorum...”
Nerede bulunursak bulunalım, hangi mevkiye ve hangi imkânlara sâhip olursak olalım bu duyguyu yaşamak lâzımdır!.. Samimiyetle ve aşkla!..
Mes’ele; “Bir kuş bir kuş öldürse ben can çekişiyorum” diyebilmekte!..