Okumakta geç kaldığım eserlerden biri de, Em. Org. Ergin Saygun tarafından yazılan ve Kaynak Yayınları tarafından neşredilen “Türk Ordusuna Balyoz” adlı kitaptır. Methini çok duymuş, basından okumuş fakat bir türlü okumak nasip olmamıştı.
İlk önce; “Türk Ordusu” ve “Balyoz” kelimelerinin yanyana gelmesindeki dehşet hâlini düşünmek lâzımdır. Eseri okuduktan sonra anladım ki, karşımda, “kahraman” kelimesine lâyık bir Türk Paşası vardır ve bu Türk Paşası, duyduğu üzüntü sebebiyle “Balyoz” gibi ürperti verici bir kelimeyi kullanmak zorunda bırakılmıştır.
Çünkü bu ordu; büyük şâirimiz Yahya Kemal’in, “22 Ağustos 1922” başlıklı şiirinde de ifade ettiği gibi, ‘zedelenmemesi /toz kondurulmaması /ihtimamla el üstünde tutulması gereken bir ordu’dur:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezânlarla müeyyed nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!”
Yaşadığımız zamanların, seyre daldığımız coğrafyaların ve sesini duyduğumuz her mertebeden zatın vaziyetini teker teker inceleyiniz, tahlile tâbi tutunuz, murakabe ediniz, netîcenin bu mısrâlarda bulunduğunu mutlaka idrâk edersiniz!..
İki tâbire dikkat çekmek isterim: Bu ordu, “Türk ordusudur” ve bu ordu, “İslâm’ın son ordusudur”.
Bu orduya ve bu ordunun vatansever mensuplarına “kumpas” kurmak ancak “balyoz” gibi bir kelimeyle ifade edilebilirdi ki, bu da, ancak ‘ihânet’ kelimesiyle karşılık bulabilir.
Em. Org. Saygun; eserinin ilk sayfalarında, beni de duygulandıran bir hâtırasını naklediyor. Diyor ki:
“Tekrar Ankara’ya, Harbiye’ye dönelim.
Üzerime pek de uymayan ilk üniformamı giydiğimde kendimi dünya harplerine iştirak etmiş, meydan muharebeleri kazanmış kaşarlanmış bir general gibi görmeye başladım. Avluya çıktığımda benim havamda en az 500 kişi daha olduğunu gördüm!
Okulun önündeki yokuşta krater gibi koca koca çukurlar, binada yer yer sıvaların döküldüğü izler vardı. 21 Mayıs 1963 darbe teşebbüsünde Türk Hava Kuvvetleri’nin Harbiye’yi bombaladığını ve makineli tüfek ateşine tuttuğunu söylediler. Aklım almadı. “Olmaz böyle şey” dedim. Ancak söylenenlerin doğru olduğuna bir süre sonra ben de inandım. “ (Sf. 30)
Org. Saygun; içinde bizzat yaşadığım ve mağduru olduğum hâdiseyi benden önce kaleme almış. Ben de, sözü edilen 21 Mayıs 1963 hâdisesini 2021 yılında, bundan birkaç ay önce, Pan-Kuş Yayınları arasında çıkan “Darbelerde Harbiyeli Olmak” adlı kitabımda tavsilatlı olarak anlattım.
“İlk üniforma” mes’elesinde bir fark var: Ben; o, “ilk üniformayı”, 1957 yılında Askerî Lise’ye girdiğimde giymiştim. Harbiyeli oluşum, Eylül 1961’de, Ergin Saygun ise, kendi ifadelerine göre, “1964 yılının bir Ağustos akşamı” Harbiyeli olmuş.
Eser; “Dizin” hâriç 385 sayfadır ve bir dönemin ‘arşivi/hâfızası’ mahiyetindedir.
İşin esası; bu eserin, cesûr, bilgili, mes’elelere vakıf, kültürlü, dörtbaşı mâmûr ve fedâkâr bir Türk Paşası tarafından kaleme alınmasıdır.
Türk Ordusuna Balyoz; beş ana bölümden meydana gelmektedir. Bunlar, sırayla şöyledir:
Şâir-Yazar Yavuz Bülent Bâkiler, “Ergin Saygun Çapında Kaç Paşamız Var Acaba?” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“(...) Ben, emekli Orgeneral Ergin Saygun’un 385 sayfalık Türk Ordusuna BALYOZ kitabını okuyunca, ister istemez öteki paşalarla bir mukayese yaptım. Gördüm ki, Saygun Paşa, bizim çok değerli paşalarımızdan biridir. Evvelâ, ciddî bir fikir yapısına sahiptir. Doğu ve Batı dünyasının Türkiye üzerindeki oyunlarını çok iyi bilmektedir. PKK ihâneti karşısında çok doğru tesbitleri vardır. Yâni o, noksansız ölçüler içerisinde tam bir Türk paşasıdır.
(...) Ordusuz millet, ordusuz devlet olmaz. Namusumuzu, şerefimizi, hürriyetimizi ordumuzun gücüne borçluyuz. Ergin Saygun Paşayı okurken derin bir üzüntü duymam, yargılandığı mahkemede karşı karşıya kaldığı uygulamalardandır. Bir mahkeme yargıladığı kimsenin önce sağlık durumunu düşünmelidir. Mahkemeler, kat’iyyen öldürmek kasdiyle hareket edemezler. Evvelâ, Saygun Paşa’nın çok ciddî hastalıkları vardır ki tıp otoriteleri tarafından tutulan raporlar 533 sayfa tutmaktadır ve günde 17 ayrı ilâç kullanmaktadır.” (Bknz. Yavuz Bülent Bâkiler, Türkiye Gazetesi, 28 Ekim 2012, Sf. 3)
“Türk Ordusuna Balyoz”da, siyâsî çelişkilerimizden, sosyo-kültürel ve askerî mes’elelerimize kadar pek çok iç ve dış münâsebetler hakkında tespitleriyle iktifa etmeyip çözüm yollarını da gösteren Org. Ergin Saygun; şahsî olarak mâruz kaldığı eziyetlerin yanında, ülkeye karşı işlenen ihânetleri de ortaya koymuştur.
Şüphesiz ki; eserin herkes tarafından okunmasını tavsiye ile; ondan, bâzı bölümleri nakletmek istiyorum. Diyor ki:
“Bu dava nedeni ile, hiç kimse ile özel bir meselem yoktur. Sadece bu yüce devlete ve asil Türk milletine, âcizane yarım asra yakın hizmetten sonra, bugün karşı karşıya bırakıldığım bu durumun mutlaka aydınlığa kavuşturulması için çaba sarf etmekteyim. Ancak bu şekilde yaşadığımız mânevî yıkım, zedelenmiş olan itibarımız ve bozulmuş olan sağlığımıza karşı cüz’i bir teselli imkânı bulabileceğiz.
İnsanın asıl ağırına giden, çocuklarıma iyi bir isim bırakabilmek, aileme bir laf gelmemesi için yıllarca çırpındıktan, attığım her adıma dikkat ettikten sonra, mahkemeye çıkıp darbecilikle yargılanmak. Yargılanmamız esnasında ısrarla delilleri görmek için çeşitli zamanlarda talepte bulunduk..
Yok.
Önümüze bir tek delil koyamadılar. Tam tersine, bizi aklayacak delillerin incelenmesine de mâni oldular.” (Sf. 95)
Bu durum, dehşetli bir hâl, değil midir!?
Devam edelim. Org. Saygun diyor ki:
“Türkiye NATO’ya girdiği zaman, İngiltere ısrarla Türkiye’nin Avrupa Komutanlığı’na bağlanmasına karşı çıkmış, Türkiye’nin yerinin Ortadoğu olduğunu söylemiştir. 1950’den bu yana aradan geçen 60 küsur senede değişen hiçbir şeyin olmadığını ve Türkiye’ye Avrupa’da hâlâ yer olmadığını açıkça görmekteyiz.
Bu, değişmez bir tutumdur.” (Sf. 290)
Bugüne kadar farklı bir değişmeye veya gelişmeye aslâ şâhit olamadık, değil mi?!..
“Yunanistan için bir şeyin saçma olup olmaması mühim değildir. Mühim olan her ne pahasına olursa olsun Türkiye ile eşitlik veya Türkiye’ye üstünlük sağlanmasıdır.
(...) İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına Bosphorous ve Dardanelles demekte ısrar etmeleri vb. vb.
Bosporus ve Dardanelles dense ne olur diyenler vardır. Bunlar tarihi isimlerdir kullanılmasında mahzur yoktur diyenler de çoktur. Neden karşı çıkıyorum o hâlde?
Bir defa bir yere ismini vermek bir hükümranlık meselesidir. Yani Boğazlar bizim olduğu müddetçe adını biz koyarız. NATO veya Yunanistan değil. Bu konuda NATO ve IMO (İnternational Maritime Organisation=Milletlerarası Denizcilik Teşkilâtı) direktifleri de mevcuttur. O yerlerin adı İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’dır. Bizim için Boğazici.
Bu konu zaman zaman NATO’yu kilitleyen bir mesele hâline gelir. Benim Askerî Temsilciliğim döneminde, Türk Boğazları lafının bulunduğu bir dokümanda Yunanistan’ın bu yerlerin adının Bosphorus ve Dardanelles olarak yazılması isteği yüzünden problem çıktı. Askerî Komitede anlaşamayınca konu siyasi kanada, büyükelçilerden oluşan Konsey’e gitti.” (Sf. 295)
İşte; sâdece askerî bakımdan değil, siyâsî ve kültürel şuûr bakımından da donanımlı bir Türk paşasının tespit, teşhis ve uyarıcı çözüm çâresi!..
Son olarak; yine, Org. Ergin Saygun’un çok mühim ve isâbetli bir tespitini sunmak istiyorum. Diyor ki:
“AB demek egemenliğin paylaşımıdır. Egemenliğin üç şartı vardır. Bayrak, para ve sınırları belli bir toprak parçası (vatan). Bayrağınızın yanına AB bayrağı asacaksınız, kendi paranızı bırakıp EURO kullanacaksınız, hudutları kaldıracaksınız. Ekonominize, hukukunuza vs. aklınıza ne gelirse müdahale edecekler. Her şey ortak. İsrail’deki Kibbutz’lar gibi.
Acı bir örneği Yunanistan’da görmekteyiz. İflas etmekte olan bu ülkeye AB, bütçeni biz yapacağız, orduyu terhis et, maaşlara zam yapma vb. diyor.
AB işte budur.
Bunu istediğimizden emin miyiz?” (Sf. 326)
Türk Ordusuna Balyoz’u; akl-ı selîm sâhibi siyâsetçilerin, s(ı)tratejistlerin, sosyal târihçilerin, her mevkideki askerî salâhiyetlilerin, vatan ve millet sevdâlısı bütün fikir adamlarının okumasını arzu ederim!..