Farsçanın ve İran edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan “Şehnâme” yazarı Firdevsî, “Gerçi otuz yıl uğraştım, ama sonunda Fars dilinden İran milletini yarattım.” der. “Milleti dilinden bağımsız tanıma ve düşünme mümkün değildir.” diyen ünlü Alman dilbilim uzmanı Wilhelm Won Humboldt’a göre de, “Milletlerin karakterleri ve kültürleri, onların dillerinden araştırılmalıdır.” Bunlar doğru tespitlerdir. Zira bir millet diliyle var olur ve diliyle yaşar. Millet hayatının devamını sağlayan, onun dilidir. Milletin geçmişi, geleceğine diliyle bağlanır. Millî kültürün en önemli öğesi olan dil, vatan sevgisinin, millî kimliğin ve millî şuurun kökleşip yerleşmesinin de en başta gelen unsurudur. “Bu dil, ağzımda annemin sütüdür.” diyen büyük şair, fikir ve kültür adamımız Yahya Kemâl’e göre, Türkün çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatan olmaktan çıkar. Vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir.
“Dil bir realitedir, kural değildir. Ben realiteyi kabul ederim. Ben önce dili buldum, sonra şiir yazdım.” diyen Yahya Kemâl, Türkçenin bir sanat ve şiir dili olarak sahip olduğu bütün sır ve imkânları keşfederek, şiirlerine gerçekten son derece etkileyici bir dil musikisi kazandırmış olan bir şairdir. O, şiirlerinin vazgeçemediğimiz o üstün edebî zevkini, dili kullanmada gösterdiği başarıyla sağlamış gerçek bir dil ustasıdır. Dili, bir kuyumcu ustasının dikkat, itina ve titizliği ile kullanan Yahya Kemâl, genelde dil, özelde Türkçe hakkındaki görüş ve düşüncelerini, başta Edebiyâta Dâir adlı eseri olmak üzere diğer kitap ve makaleleri ile sohbetlerinde etraflıca açıklamıştır. O, dilde bir tarihî oluşumu, kendi ifadesi ile bir “tekevvün”ü (var olma, meydana gelme, oluşma, vücut bulma, vücuda gelme) kabul eder. Ona göre, millî bir Almanca, millî bir Fransızca ve millî başka birçok diller gibi, bir de tarihî zaman içinde yavaş yavaş oluşan, gelişen ve millileşen bir Türkçe vardır. Ona göre, bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan işte bu Türkçedir. Bu bağ öyle metîn bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı bizi birbirimize yine bağlı tutar. Ama mekânlar değiştikçe dillerin kaynaşması, birbirlerini etkilemeleri de gayet tabiîdir. Bir dil diğer dillerden elbet kelimeler alacaktır. Önemli olan o kelimeleri kendi bünyesine katmak ve kendi hançeresine göre telâffuz edebilme başarısını gösterebilmesidir. Türkçe, başka dillerden aldığı kelimeleri Türkçeleştirmek ve kedisine mal etmek hususunda da başarılı olmuş güçlü bir dildir. Atalarımız, başka dillerden bir kelime aldıkları zaman, o kelimeye yeni bir şekil verirler, onu Türkün hançeresine ve dil zevkine uygun bir hale getirirlerdi. Onların dil zevkinin ölçüsünü ve kalitesini görmek için, fethettikleri yerlerdeki şehir adlarını nasıl değiştirdiklerine bakmak yeterlidir. Şu örneklerde olduğu gibi, atalarımızın dilinde kalın Rumca isimler incelmiş; Ayanikola İnegöl olmuş, Naksus Nakşe olmuş, Azeriyanapolis Edirne olmuş, Karyamus Kerpe olmuştur. Türk kültürünün gücünü koruduğu devirlerde, yabancı kelimelerin Türk kılığına nasıl sokulduğunu gösteren böyle daha binlerce kelime vardır. Yahya Kemâl’e göre bu özelliği Türkçeye çok şeyler kazandırmış, onu zenginleştirmiştir. Ona göre Türklük, İstanbul lehçesi denilen güzelliği dört yüz senede yaratmıştır. Zira diller, değişerek gelişen varlıklardır. Bir milletin hayatı ile birlikte onun dili de sürekli olarak değişir. Çünkü kültürü, sanat ve edebiyatı olan her medenî millet, ilkel kabileler gibi bir dağ başında tek başına yaşamaz. Onun farklı dilleri konuşan komşuları olduğu gibi, çeşitli sebeplerle ilişki kurduğu daha başka toplumlar da vardır. Milletler arasında kurulan ve zamanla gelişen bu ilişkiler, karşılıklı olarak onların kültürleri üzerinde de etkili olur ve doğal olarak dilleri arasında kelime alış-verişleri ve geçişleri de yaşanır. Ayrıca her millet, dilinin temel sistematiğini ve yapısını bozmadan, hayatına giren yeni kavramlara, eşyalara, duygu ve düşüncelere ad olmak üzere yeni kelimeler de üretebilir. Bütün bunlar, bir dili zenginleştirir, onun ifade gücünü ve yeteneğini artırırlar.
Yahya Kemâl’e göre, yaşayan dil, halkın konuştuğu dildir. Her halk içinde yaşadığı mekânın, kendi ikliminin dilini söyler, onunla konuşur, onunla anlaşır. O itibarla, dilde yerleşmiş kelimelerin birilerinin keyfi için yerlerini değiştirmeleri mümkün değildir. Kelimelerin manaları ancak milletlerin ruhu değiştiği zaman değişir. Dile kural konulmaz. En doğrusu: "Türk milleti böyle söylemiş" demekten başka kural yoktur. İstanbul’da zindan, Anadolu’da zından deniyor, İstanbul’da elma, Anadolu’da alma derler. En iyisi :” diyebilmektir.