Bu başlığı yazarken, aklıma, yine, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu geldi. Onun, Türkçe’nin Karanlık Günleri kitabı, güzel dilimize yapılan ‘darbelerin’ ifşâsıydı ve bu hâl, ne yazık ki hâlâ devam etmektedir.
Türkçe; binlerce senelik, asîl, köklü ve güzeller güzeli âhenkli ve işlek bir dildir.
Tahakkümcülerin bütün ısrarlı hücûmlarına ve mensuplarının, bunca ihmâline rağmen, kendini koruyup geliştirerek varlığını güçlü bir şekilde yürütecektir.
Çünkü, temeli kuvvetlidir!
Bugün -tabiî ki uzun zamandır- Türkçe, üç büyük tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır:
Bunlar; aynı zamanda, millî kültürün tahribatına da sebep unsurlardır. Diller arası kelime geçişleri, ihtiyaç için kelime alışlarıyla; dili, bir başka dilin abluka altına alması, onu sıkboğaz etmeye çalışması başka bir hususlardır.
Millî kültürün bozulması, insan varlığının, maddî-mânevî uyumsuzluğu demektir. Millî dil, mâzî’den günümüze yol göstericimiz olduğu gibi, geleceğimiz için de, önümüzü aydınlatıcı temel değerimizdir.
Batı (İngilizce/Amerikanca-Fransızca), Doğu (Arapça-Farsça) hayranları ve uydurma kelime sevicileri, Türkçe’nin canına okumaktadırlar. Târihe mâl olmuş, Türkçeleşmiş kelimelerimize cephe alarak onları yok saymak da bu bahistendir.
Kazandığımız kötü ve acı tecrübelerden hiç ibret almış da görünmüyoruz. Çünkü; dil ilmi sahasında, ne yazık ki, oldukça zayıfız. Türk dilcilerimiz, daha çok, kendilerinden öncekilerin dediklerini, esas alarak bir yol tâkibindedirler.
Dilimiz üzerinde; yeni çalışmalar mevcut değildir. Hâlâ, hangi kelimeyi nasıl yazacağımızın ve nasıl okumamız gerektiğinin -içi boş- tartışmasını yapıyoruz. “İçi boş” hattâ “bomboş” şey, tartışma bile değil; sen, bana; ben, sana dedim lâfazanlığı..O kadar!..
Her fikir mensubu, kendine yakın ve öncü gördüğü kişilerin fikir izleri üzerinde yürümektedirler ve böylece, dilbilimi sahasında, yeni bir düşüncenin ortaya çıkması mümkün olamamakta, sâdece yerinde sayılmaktadır.
Yahya Kemal’in, Ömer Seyfettin’in, Mehmet Âkif’in, Necip Fâzıl’ın, Orhan Seyfi’nin Türkçesi’ni anlamak istemeyenler, ne yazık ki, okul kitaplarındaki Türkçe anlayışını da kendilerine benzeterek, çocuklarımızı ve gençlerimizi, büyük bir tehlikeye atmaktadırlar.
Bu durumu, “Okul Kitaplarındaki Türkçe” (Bknz. M. Halistin Kukul, wwwkapsamhaber.com-31 MART 2016-23.35) başlıklı makalemde geniş olarak ele alarak yapılan tahribatın büyüklüğü ortaya koymuştum.
Meselâ; Atatürk, şu sözleri söylemiş midir, bir bakalım: “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin.” (Ortaöğretim Dil ve Anlatım-9, Sf. 38)
Bu cümlelerin aslı ve doğrusu şöyledir: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin.”
Bakalım ki, hangi kelimeler beğenilmemiş: “millî, his, kuvvetli, millî, his, inkişaf, müessir, şuur”.
Bu kelimelerden hangisi anlaşılmazdır?
İnkişaf mı?
Bu kelime, sözlüklerimizde: “Gelişme, gelişim, açılma, meydana çıkma, aşikar olma” olarak mânalandırılmaktadır.
Yâni, bu kelime, Türkçe’ye girmiş bir kelimedir.
Yine, “müessir”; “Dokunaklı, etkili, etkileyici, tesirli, tesir eden, içe işleyen” mânalarındadır. Demek ki, müessir kelimesi de Türkçe sözlüklere girmiş ‘tesirli’ bir kelimedir.
Kaldı ki; bir de, hitabet dili vardır. Aslında, değiştirilen ve hepsi Türkçeleşmiş olan bu kelimelerdeki ‘hitap üslûbu’, Atatürk’ün hitap tarzından çok çok uzaklardadır.
Böyle bir dil anlayışıyla, sonu belirsiz bir mecrâya yolculuk yapılmaktadır.
Ne yazık ki, yapanlar da, bunu îzahtan mahrûmdur.