Türkiye’de bir tuhaf ‘dil anlayışı’ vardır. Herkes, üzerindeki ‘yükü/mes’uliyeti’ bir yerlere atarak ferahlıyor. Öylesine bir ferahlama ki, çaktırmadan, “Oh be! Bu işi de geçiştirdim/geçiştirdik!” dercesine.
Herkesin, yazılı ve görülü basından tâkîp ettiği gibi, 27 Ocak 2022 târihinde, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Konferans Salonu’nda, “Yunus Emre Yılı Görsel ve İşitsel Medyada Doğru Türkçe Kullanımı Ödülleri” başlığı altında bir tören yapıldı.
Yâni; bir “Yûnus Emre Yılı” yapılmış ve bu münâsebetle de, bir merâsim tertip edilmiştir.
Doğrudur. 2021 yılında, böyle bir isimle, böyle bir “yıl” yapıldı. Ben de, bu münâsebetle, sâdece sözü edilen yıla mahsus değil, her yıl olduğu gibi, birkaç makale yazdım.
Önce; bu makalelerimden biri olan ve “Yûnus Emre Yılı-Dünyâ Dili Türkçe Yılı” başlığını taşıyan yazımdan bir bölüm naklederek başlayayım:
“2021, çok şanslı bir yıldır. Çünkü; bu yıl, UNESCO (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization/Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı ) tarafından, Yûnus Emre’nin ölümünün 700. Yılı münâsebetiyle, “Yûnus Emre” yılı ilân edildi.
Ardından; Türkiye, onu, hem “Yûnus Emre” (1240/1241-1320/1321) ve hem de “Dünyâ Dili Türkçe” yılı olarak ilân etti.
UNESCO, bu sene, sâdece Yûnus Emre’yi değil, Hacı Bektaş-ı Velî (1281-1338)’yi de anma p(u)rogramına aldı.
Elbette bu kadar da değil; Milletlerarası Türk Akademisi de, şâir ve devlet adamı Ali Şîr Nevâî (1441-1501)’yi, bu yıl içersinde, doğumunun 580. Yıldönümü münâsebetiyle çeşitli faaliyetlerle anmayı p(i)lânladı.
Muhakkaktır ki, bunların hepsi, bizim olduğu kadar, dünyâ fikir ve san’at hayatı için de çok mühimdir ve iftihar vesîlemizdir.
Bugüne kadar, bu kişiler ve Türkçe’miz hakkında çok sayıda çalışmalar yapılmıştır, yapılmaktadır ve yapılması da lüzumludur.
Hepsinin de, dînî ve millî kültür hayatımızda önemli ve büyük bir yeri vardır.
(…) Yûnus Emre’ye ve Dünya Dili Türkçe’ye bakarken, hiç değilse, başında “Millî” kelimesi bulunan “Eğitim Bakanlığı”, milyonlarca baskısı yapılarak, bu uyduruk kelimelerle âdeta beyni yıkanan çocuklarımıza ve gençlerimize okuttukları kitapların sayfalarına biraz vakit ayırıp da göz atmalı/atabilmelidir.
Bir milletin yegâne olmazsa olmaz’ı dili ise, Millî Eğitim Bakanlığı’nın birinci vazîfesi, çocuklarına ve gençlerine okuttuğu kitaplardaki Türkçe hassasiyeti olmalıdır.
Yoksa; her yılı Yûnus Emre Yılı, ve Dünya Dili Türkçe Yılı diye ilân etmenin hiçbir mânası yoktur.
Buna bağlı olarak da, yapılan/yapılmakta olan ve yapılacak olan toplantıların da hiç mi hiçbir hükmü olmamıştır/olmayacaktır.
Çünkü; ekseriyâ, konuşulanla yapılanlar arasında uçurumlar bulunmaktadır. Tıpkı, bu âna kadar yaşadıklarımız gibi!..” (Bknz. M. Halistin Kukul, Yûnus Emre Yılı-Dünya Dili Türkçe Yılı, Wwwkapsamhaber.com-13 Şubat 2021-10.29)
Yazımın giriş ve son bölümleri aynen böyle!..
Şimdi, bir “Ödül Töreni” yapıldı. Yâni; bir yılın muhasebesi, bir yıl içinde Yûnus Emre hakkında yeni tahlil ve gelişmelerle, Türkçe’nin korunmasına ve gelişmesine/geliştirilmesine dâir hususların meyvalarını toplama zamanı olan/olması gereken bir tören!..
Tören; Türk Dil Kurumu (TDK) ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’nun işbirliğiyle yapılmış. Törene, siyasetçiler, devlet yöneticileri ve basın kuruluşlarının temsilcilerinden katılımlar olmuş.
Bu da şu demektir ki; bilhassa, 2021 yılı çok başarılı işler yapılmış.
Hâlbuki; düzenlenen bu “tören”in ismi bile yanlışlarla doludur. TDK ve RTÜK gibi, iki köklü kuruluşun “Devlet” adına tertip ettiği bir törenin tanıtım başlığı yanlışlarla dolu olmamalıydı.
“Görsel ve İşitsel Medya” ne demektir? “Doğru Türkçe” bu mudur?
Tekrar yazmayacağım, çünkü, bu hususları yaza yaza bir hâl oldum!.. Bu işlerle meşgul olanlar biraz okusalar, bunları çözebilirler. Nasıl mı?
Bakınız: Bundan tam on sene önce, Kayseri’de yayınlanan Erciyes Dergisi’nin Ekim 2012 târihli nüshasının 06-17. sayfalarında yayınlanan “Türk Dili’nin ve Türk Kültürü’nün Kimyâsı’na Dâir” başlıklı makalemden bir haber nakledeceğim:
“Trump Towers Mall” adlı özel bir kuruluşun açılışında, Başbakan (Erdoğan) şunları söylüyor:” Son zamanlarda başta İstanbul olmak üzere, yeni inşa edilen konut ve işyeri ve projelerinde ne yazık ki farklı dillerde kelime ve kavramların, isimlerin çok sık kullanıldığına şahit oluyoruz. Towers gibi, mall gibi, kids ya da food court gibi kelime ve kavramların tamamının Türkçe’de çok güzel karşılıkları var. Yerli yatırımlarda Türkçe hassasiyetini ben özellikle yatırımcılarımızdan rica ediyorum.”
Bu konuşmanın yapıldığı günden bugüne tam on sene geçti. Neyin değiştiğini; daha doğrusu, düzeldiğini/düzeltildiğini ve geliştiğini/geliştirildiğini söyler misiniz? Netîce îtibâriyle, aldığımız mesâfe, bulunduğumuz seviye/merhale neresidir?
Yâni, söz var, uygulama yoktur.
Ve işin kötüsü; Cumhuriyet’in kuruluşunun yüzüncü yılına yaklaştığımız bu günlerde, ısıtılıp ısıtılıp, bundan bilmem kaç sene evvelki yanlışlıklar ortaya konmaktadır.
Türkçe hakkında, ‘senede bir düşünenler’in sığındıkları tek mâzeret de budur!..
Bana, son yirmi senede, sekiz Millî Eğitim Bakanı ve bir o kadar da Kültür Bakanı’nın Türkçe hakkındaki çalışmalarını (!) anlatınız. Siz zahmete girmeyiniz, ben söyleyeyim: Hiç!..
Bunca Türk Dili p(u)rofesörümüz de var; Türk Dil Kurumu’muz da mevcut…Hâlâ, Türkçesi varken, onların yerine uydurulan kelimeler ise, baştâcıdır. Niçin?
Kendisi mes’ul ve salâhiyetli olan birileri diyorlar ki: “Efendim biz, kelime uydurur, halka arzederiz. Beğenilirse konuşulur!..”
Şu idrâke, şu mantığa/daha doğrusu mantıksızlığa bakar mısınız?!
Yâni; meselâ, yap-yanlış olan (özgür) ve (özgürlük) kelimeleri, şu anda bile, siyasettekiler ve dil p(u)rofesörleri tarafından (hür) ve (hürriyet) veya (serbest) ve (serbestlik) yerine tıkır tıkır söylenir/yazılırken, bakkal, fırıncı veya boyacı bunun doğru veya yanlış olduğunu bilecek ve ona göre konuşup yazacak, öyle mi?
Ayrıca; Orhun Kitâbeleri’nde bile yer alan ve Yûnus Emre’nin de sıkça kullandığı “kişi” kelimesinin “zat, şahıs, fert” gibi, akraba ve dost yakınları olduğu hâlde, onun, “birey” gibi bir ucûbeye muhatap edilmesi, Türkçe dâvasındaki samimiyetsizliğin sâdece birer numûnesidir.
Hiç kimse, bana, bundan yüz sene, yetmiş sene, elli sene evvelki Türkçe tahribatından söz etmesin; yirmi senedir, okul kitaplarındaki Türkçe mes’elesini bile hâlledemeyen bir sistem, neyin kutlamasını yapıyor, düşünülmelidir.
Geldiğimiz yer: “Görsel ve İşitsel Medya” ucûbesidir!…Kimsede çıt yok!..
Şimdi, biri çıksın ve bana, ‘Türkçe kaidelere göre’, “Trabzon” kelimesinin kaç hece olduğunu söylesin/anlatsın ve beni iknâ etsin!..
T(ı)rabzon’un t(ı)rafik numarası, niçin Tıokat’tan sonradır ve niçin, Tokat, 60’dır da, T(ı)rabzon 61’dir?
Eğer; (Tı), bir hece ise, -ki, öyledir- Türkçeciler, niçin hâlâ bu incelikler üzerinde düşünmekten imtinâ etmektedirler, açıklamalıdırlar!..
Ortaya çıkıp, Türkçe’nin, son dönemdeki tahribatından söz etmeyen ve Türkçe mes’elesine sâdece siyâsî gözle bakanlar yanılmaktadırlar.
Belli şeylere şartlanmış bu kişilere, en azından, 31 Mart 2016 tarihinde, wwkapsamhaber.com’da yayınlanan “Okul Kitaplarındaki Türkçe Hakkında” başlıklı yazımı okumalarını tavsiye ederim.
Türkçe’ye geçip Türkçeleşen yabancı kelimeleri; Arap’ın, Fars’ın, F(ı)ransız’ın veya İngiliz’in ağız yapısına/hançeresine göre değil, Türk hançeresine göre okuyup yazmanın da şart olduğunu tekraren söylemeliyim.
Törenlerdeki sözler, çok parlak, çok cilâlı ve çok güzeldirler. Hattâ, çok da doğru şeyler söylenmiştir. Fakat, görünen ve yaşanan odur ki, ne bu sözler , ne de bu alkışlar hiçbir şeyi hâlledememektedir, hiçbir şeye çâre olamamaktadır!..