Türk kültürünün mayasında, iyilik, doğruluk ve güzellik üç temel unsurdur. Bu üç unsur; zarâfet ve insânîlikle kaynaşarak ihtişamlı bir hâle bürünür.
Târih bize göstermiştir ki; Türk milleti olarak, vatan müdafaası gibi mukaddes dâvalarda ne kadar gözüpek isek de, birinci vasfımız, merhametli olmaktır.
Bu sebeple; şahsî yoz, soysuz, hokkabaz ve yobaz tavırlar müstesnâ, Türk kültürü, kendini bütün hârici kültürlerin üstünde bir mevkiye taşımış bulunmaktadır.
Bunda da; merhamet, karşılıksız sevgi ve hürmet, hoşgörü/müsamaha/tolerans, yalansız, hasetsiz, menfaatçiliksiz, kayırmacılıksız, hor ve hakir görmeyen anlayışla, yeni bir dünya düzeninin kurulması ve insanlık âlemiyle birlikte bütün mahlûkatın da bu sistem içersinde, kendine mahsus hususiyetleriyle yaşaması arzusu bulunmaktadır.
Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî (?-1166); Dîvân-ı Hikmet’inde şöyle buyurmaktadır:
“Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden.”
İşin esası; “İncitme”dir.
Her kim ve her ne olursa olsun, incitme!..Hayvan da olsa, incitme!..Bitki ve cansız da olsa kırıp dökme!..
Yûnus Emre;
“Yüz Kâbe’den yeğrektir
Bir gönül ziyâreti”
Derken; çok mühim bir hususa dikkat çekmiş olur. Zîra; “Kâbe” yi yapan/inşâ eden insan; “kalb”in mîmârı ise, kâinatın yaratıcısı Allah ü teâlâdır. Bu sebeple; “üstünlük”, kalbe’dir/kalb’dedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîslerinde: “Zimnî (Müslüman olmayan) komşunun bir hakkı, Müslüman komşunun iki hakkı, akrabadan olan komşunun üç hakkı vardır.” buyurmaktadır.
Aynı mahiyetteki bir başka hadîslerinde de şöyle buyururlar: “Zimnîye zulmetmek, Müslümana zulmetmekten daha kötüdür. Hayvanlara işkence, zimnîye işkenceden daha kötüdür.” (Dürr-ül Muhtar).
Yâni, kâfir bile olsa, onun, bir Müslümanın üzerinde “bir hakkı” vardır. Davranışlarımızı buna göre tanzim etmek mecbûriyetindeyiz.
Bu mevzû için bu kadar yeter!..Mes’ele açıklığa kavuşmuştur kanaatindeyim!..
Gelelim, “kandonduran hâdiseler” faslına!..
Kıymetli yazar Arslan Bulut’un Yeniçağ Gazetesi’nde, 01 Mart 2022 tarihinde yayınlanan “Sadi Ağabey” başlıklı yazısının “Batı’nın Ruhuna İşlemiş Irkçılık!” bölümünden okuyorum:
İnsanlık adına, ürpermemek, dehşete kapılmamak, üzülmemek elde değil!..
Arslan Bulut diyor ki: “RUSYA’nın Ukrayna’ya yönelik işgal harekâtı sürerken, sınırlara akın eden Ukraynalılarla ilgili haber yapan Amerikalı ve Avrupalı gazeteciler, konuşmaları sırasında farkında olmadan ruhlarına işlemiş olan ırkçılığı sergiledi…
Yeniçağ’ın haberine göre NBC Muhabiri Kelly Cobieella, canlı yayında Ukraynalılar için, “Açık söylemek gerekirse, bunlar Suriye’den gelen mülteciler değil, bunlar Ukrayna’dan gelen mülteciler; Hristiyanlar, beyazlar, birbirlerine çok benziyorlar.” dedi.
Hürriyet’in derlediği diğer haberlere göre CBS muhabiri Charlie D’Agata “Burası on yıllardır kaosla yaşayan Irak veya Afganistan değil. Burası böyle şeyleri görmeyi hiç ummadığımız medenî Avrupalılara has bir kent.” ifadelerini kullandı.
İngiltere’den ITV News muhabiri Lucy Watson, “Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa.” ifadelerini kullandı.
(…)Fransız gazeteci Ulysse Gosseti de, “21. Yüzyıldayız, bir Avrupa şehrindeyiz ve sanki Irak’ta ya da Afganistan’daymışız gibi seyir füzesi ateşi var.” ifadelerini kullandı.”
Ben de; Sayın Arslan Bulut’un yorumuna bir şey ilâve etmiyorum:
Diyor ki; “Yoruma gerek yok asında. Irkçılık ancak bu kadar net ifade edilebilirdi.”
Aslında, biz bu “filmi” asırlardan beri seyretmekteyiz…
Evveli var ammâ, en azından, Mehmet Âkif, bunu, “Uyan” şiiriyle tâ 1912’lerde şöyle ifade etmiş:
“Ey koca Şark, ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb’ın elinden yarın,
Kalmıyacak çekmediğin mel’anet.”
Bu mısrâlar; Bilge Kağan’ın Orhun/Göktürk Kitâbeleri’ndeki, “Türk, Oğuz Beğleri, millet! İşitin!” hitabına benzemiyor mu?
Biz, bu vahşîlikleri, İstiklâl Harbi sırasında Anadolu’nun her cephesinde gördük/yaşadık.
Biz; F(ı)ransız’ı da, İtalyan’ı da, Alman’ı da, İngiliz’i de, Bulgar’ı da, Sırp’ı da, Yunan’ı da, Amerikalı’yı da, Rus’u, Çin’i de…gördük, denedik.
Hepsinin zulmünü, ihânetini, kalleşliğini bizzat yaşadık!..
Bu sebepledir ki; senelerden beri:
“Ne Amerika, ne Rusya, ne Avrupa, ne Çin, her şey Türklük için!”
Diye haykırdık.
Bugün, Ukraynalıların yaşadığı zulmü, Cezayirli de yaşadı, Afrika’nın diğer kavimleri de yaşadı, Doğu Türkistanlı da yaşadı, Kırımlı da, Çeçenistanlı da, Afganlı da, Iraklı da, Myanmarlı da, Kerküklü de, Musullu da, Filistinli de, Azerbaycanlı ve Bosnalı da yaşadı…Birçoğu hâlâ da yaşamaktadır!..
İşte Amerika, işte Avrupa, işte Çin, işte İsrail ve işte….Rusya!..
Şunu üzüntüyle ifade edeyim ki; başta biz Türkler olmak üzere, “kımıldanmaya niyyet” etmedikten sonra, bu hâdiseler çok daha yaşanacağa benziyor…
Biz; “Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen!”
Derken;
Kâfirler, her türlü zulmü yapmaktan geri durmuyorlar!..
Öyleyse; bu zulümleri durdurmanın ‘çâresinin bizde olduğu’ bilinmeli ve gayret, bu istikamet üzre olmalıdır!..