Türk milleti, uzun ve köklü tarihi boyunca pek çok medeniyet kurmuş, başka medeniyetler içinde yer almış, başka millet ve kültürlerle çok derin ilişkiler kurmuş büyük bir millettir. Bu büyüklüğü yapan da, hiç şüphesiz en başta onun bu uzun tarihi boyunca oluşan ve zenginleşen millî kültürünü besleyen değerlerdir. Zira bir milletin büyüklüğü, onun kültürünün zengin, canlı ve çok çeşitli millî değerlerle beslenen bir kültür olması ile çok yakından ilgilidir. Hatta millet demek, kültür demektir. Biz “Türk milleti büyük bir millettir” derken, aslında onun çok eski, köklü ve çok zengin bir kültüre sahip olduğunu ifade etmiş oluyoruz. Kültür kavramı ile millet kavramı arasında birbirini tamamlayan, birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan çok önemli ilişkiler vardır. Bu iki kavram, et ile tırnak gibi birbirine bağlıdır. Bunların birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Kültür bir milletin sosyal hayatını, tarihi geçmişini bütünüyle içine alır. Nerede millet olma seviyesine ulaşmış bir insan topluluğu varsa, orada millî bir kültür de var demektir. Çünkü kültür, milletin kendine özgü bütün karakteristik özelliklerini, onun diğer toplumlardan ayrılan taraflarını ve orijinalitesini ortaya koyar ve tarihin tabii akışı içinde oluşarak ait olduğu milletin maddî ve manevî bütün değerlerini ahenkli bir bütün halinde günümüze taşır ve yeni nesiller arasında sağlam köprüler kurar. Başka bir söyleyişle kültür, milletlerin zaman içinde geliştirdikleri kendilerine has bir sosyal yaşama biçiminin, farklı bir duygu ve dünce tarzının ifadesidir. Millî kültür denilen bu büyük güç, milletin tarihi boyunca birtakım unsurların bir ahenk içinde bütünleşip kaynaması ile oluşur. Bu unsurlar, milletin hafızası demek olan tarih başta olmak üzere dil, din, her türlü sanat ürünleri, toplumun değer yargıları, çeşitli davranış biçimleri, yaşayış tarzı, duygu ve düşünce dünyası, örf ve âdetleri ile gelenek ve görenekleridir. Türk milletinin de uzun tarihinin içinden süzülüp gelen, bugün de devam etmekte olan zengin bir kültürü vardır. Atatürk’e göre, devletimizin ve cumhuriyetimizin temeli millî kültürümüzdür. Bunun için Atatürk yaptığı çeşitli konuşmalarda millî kültür unsurlarının çok iyi öğrenilip bilinmesine, zenginleştirilmesine, canlı tutulup yaşatılmasına işaret etmiştir. O bunu, millet olarak ayakta kalabilmemizin başlıca şartlarından biri olarak görür. Bu sebeple de, milletimizin tarihini, örf ve âdetlerini, değer yargılarını, güzel sanatlardaki başarılarını vb. gerçek, doğru, sağlam ve dürüst bir şekilde bilmemizi, öğrenmemizi ve öğretmemizi ister. O bilir ve inanır ki, dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti “hissen, fikren ve fiilen” bütün iş ve hareketlerimizde göstermemiz lazımdır. Çünkü millî benliğini bilmeyen ve koruyamayan milletler, er ya da geç başka milletlerin avı olurlar.
O sebeple, millî kültürü oluşturan bütün unsurları çok iyi tanımak, yeni nesillere ve bütün dünyaya da çok net ve açık bir şekilde tanıtmak lâzımdır. Millî ve yerli olan her şey, bizi yeni baştan düşünmeye sevk etmelidir. Geldiği yolları bilenler, gidecekleri yolları bulmakta da pek zorlanmazlar. Bunun için gerektiğinde bir fikir, bir olay, bir mısra, bir kelime bile yeter. Bağlamamız, halımız, kilimimiz, soframız, ev döşememiz, inşaat tipimiz, mimarimiz, edebiyatımız, musikimiz, nakış nakış işlediğimiz çeşitli el sanatlarımız vb. yalnız bize ait bir kâinatın tezahürleridir ve yalnız bizi ifade ederler. Bunları ruhumuzu ve kafamızı sürekli besleyen gıdalar ve değerler olarak görmeli ve yaşatmalıyız. Ebedî hakikatler bile, biz onları unutmadığımız ve düşündüğümüz müddetçe vardırlar. Yoksa unutulup giderler. Milliyetçilik ve vatanseverlik lafla olmaz. Onu yaşamak ve yaşatmak lâzımdır. Millî hayat ancak bu takdirde canlı kalır ve süreklilik kazanır. Eğer kültürü yaratan milletse-ki öyledir-, milleti var eden ve yaşatan da kültürdür. Dünyada medenî ölçülere sahip bir millet olarak yaşayabilmenin en önemli şartların başında, her şeyden önce zengin ve kuvvetli bir millî kültüre sahip olmak gelir. Büyük vatan şairimiz Yahya Kemâl, bir milleti hiçbir şeyin sanatı ve edebiyatı kadar etraflıca tanıtamayacağını, o itibarla bir milleti tanımak ve öğrenmek için, tarih ve coğrafya kitaplarından ziyade şiirlerin ve romanların daha fazla etkili olduğunu söyler. Ona göre milletler arası ilişkilerin kurulup gelişmesinde en önemli vasıtalar sanat, edebiyat, şiir ve mûsikîdir. O itibarla, medenî dünyaya kendimizi tanıtmak ve hak ettiğimiz yeri alabilmek için gösterdiğimiz gayretlerin hiç olmasa bir kısmiyle, kültür ve edebiyatımızın seçkin eserlerini, eskiden yeniye doğru başka dillere çevirip yayınlanmalarını tavsiye eder. Bu, dikkate alınması gereken çok önemli bir tespittir. Sözgelimi Osmanlı kültür ve medeniyetinin en güzel ve en parlak aynası, o devrin sanatı, edebiyatı ve kültürüdür. O devrin ruhunu tanımak için bunların çok iyi bilinmesi ve tanınması gerekir. Atatürk’e göre, Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça kendisinde daha büyük işler başarma gücü bulacaktır. O sebeple, tarihi çok iyi öğrenmek ve bilmek lâzımdır. Rahmetli hocamız Mehmet Kaplan’a göre, milletler tarihlerinden kuvvet alarak yaşarlar. Tarihin kültür ve sanat hazineleri, millet ruhu besleyen, ona yaşama, yaratma heyecanı ve gücü veren kaynaklardır. Nice yüzyıllar nesillerin ruhuna hayat verecek kaynaklar yine bunlar olacaktır. Tarihi iyi bilmek ve kuvvetli bir mazi fikrine sahip olmakla, geçmişin muhteşem güzellikleri arasında kaybolup gitmek farklı şeylerdir. Bugün yapmamız gereken şey, tarihin bugün için de bir anlam ifade eden değerlerini yeni bir yorum ve anlayışla ele alıp onlardan yeni ve bugün de faydalı olacak sonuçlar çıkarmaktır. Bunun için de, geçmişte büyük medeniyetlere vücut vermiş olan maddi ve manevî bütün kültür hazinelerimizle çağın imkânlarını ilmin ve aklın ışığında harmanlayarak yeni bir senteze ulaşmak lâzımdır. Cumhuriyetin temelinin Türk kültürü olduğunu söyleyen Atatürk’ün, “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmaktan” kastı da budur. Hiç şüphesiz, gelecek geçmişin temelleri üzerinde yükselecektir. Bunun başka bir alternatifi yoktur ve millî kalınarak evrensel olanı yakalamak daima mümkündür. Bugün başarmamız gereken de işte budur.