Sözlüklerde“cahillik”(bilgisizlik, acemilik, deneyimsizlik, beceriksizlik),“fenalık” (kötülük, kötüleşme; iyi, güzel ve genel ahlaka aykırı davranma), “tembellik” ise (bir iş yapmadan boş oturma; uyuşukluk, miskinlik, isteksizlik, aylaklık, çalışmayı sevmemek) şeklinde tanımlanır.
Tanınmış İngiliz yazar, siyaset ve devlet adamı Edmund Burke (1729-1797),“Fena insanlar birleştiği zaman, iyi insanlar el ele vermelidir”der. Bu çok doğru bir tespittir. Çünkü cahil ve fena kimselerin söz sahibi olduğu bir toplumda, insanların mutlu ve huzurlu olmaları çok zordur, hatta imkânsızdır. Fenalık, bir toplumda insanların sevmediği ve olmasını asla istemediği“kötü hareketler” demektir. Bu tür hareketler, toplumun istikrarını ve huzurunu bozdukları için hiç sevilmezler. Çünkü kötü ve fena hareketler, bütün bir toplumun değil, çoğu zaman ya hep kendi çıkarlarının peşinde koşan tek bir kişinin ya da belli bir zümrenin kaprislerinin sonucu olarak ortaya çıkarlar, ama ne var ki bütün bir toplumu rahatsız edeler.
Evet, cahil insan bilgisiz, tecrübesiz ve görgüsüz insan demektir. İşin kötüsü, cahil insan bilmez, ama bilmediğini de bilmez. Eski filozoflardan Sofokles’in dediği gibi, akıllı insanlar herkesten ve her şeyden öğrenirler. Sıradan insanlar sadece kendi deneyimlerinden öğrenirler. Cahiller ise her şeyi bilirler ve asla yeni şeyler öğrenmek ihtiyacını duymazlar. Ünlü deneme yazarı Montaigne, dünyanın en büyük ceza evinin, cahil insanların kafasının içi olduğunu söyler. Tanınmış roman yazarı L.Tolstoy’a göre de, cahil ile tartışırken söylenen her söz, aslında ateşe atılmış bir odundan farksızdır.
Tembellik ve fenalık cahilliğin bir sonucudur. Bunlar çalışmanın, üretmenin, aklın ve ilmin düşmanı olan ve birbirini tamamlayan üç büyük kötülük ve alışkanlıktır. Akıllı oluşu ile de diğer canlılardan ayrılan insan, istisnaları olmakla beraber aklını daima doğruyu, gerçeği ve güzeli aramak için kullanır. Bulduklarını da genel olarak ilim ve sanat adı altında bir araya getirir. İlim ile akıl kavramları arasında çok sıkı ilişkiler vardır. Birisi olmazsa, diğeri de olmaz. Her türlü olumlu davranışın, buluşun ve yeniliğin karşısında yer alan cahilliğin ve fenalığın ilim, akıl ve mantıkla bağdaşması elbet düşünülemez. İlim çok çalışmayı gerektirir. Çünkü aklın aradığı yaratıcılık, doğruluk, iyilik ve güzellik çalışmadan, aranmadan bulunamaz. Mevlâna’nın da dediği gibi, “bulanlar ancak arayanlardır.” Dünyada her şey zaman içinde şu veya bu şekilde ama mutlaka değişikliğe uğrar. Akıl ve ilim bu değişikliğe, bu gidişe ayak uydurmak için hep yeni bir şeyler arayıp bulmak peşinde koşarken, cahil kimseler bu değişikliği, bu yeniliği göremez ve fark edemezler. Buna onların aklı, bilgisi ve ilmi yetmez. Onun için de alkışlamak ve takdir etmek yerine hep kolay yolu seçerler; eleştirir ve karşı çıkmayı tercih ederler. Dolayısıyla bütün fenalıkların ve kötülüklerin anası cehalettir. Yeryüzündeki felaketlerin çoğu cehaletten doğar.
İlim ve bilgi ancak akıl ve çalışma ile elde edilir ve şüphesiz sürekli, düzenli ve metotlu bir çalışmayı gerekli kılar. Kısaca, “yeni durumlara uyabilme yeteneği” diye tanımlayabileceğimiz akıl, sözlüklere göre, “insanın kendi davranışlarını tanımasına, bilmesine ve değerlendirmesine yarayan kabiliyeti, iyiyle kötüyü, doğru ile yanlışı, gerçekle yalanı ayırt edebilme gücü” demektir. İlim (bilim) ise, aklın ve düşüncenin ortaya koyduğu kurallar ve kanunlar ışığında evrene, olaylara ve olgulara ilişkin birbirine bağlı birtakım konular üzerinde çalışmak ve deneye dayalı yöntemlerden ve kurallardan da faydalanmak suretiyle, gerçekleşmesi mümkün olan, doğruluğundan şüphe edilemeyen yasalar ve kurallar çıkarmaya yönelik faydalı ve düzenli bilgiler bütünü demektir. Akıl, keşfedeceği yenilikler ve yeni buluşlarla ilme, dolayısıyla insanlığa hizmet etmek gayesi güder. Bugün insanlığın hizmetinde olan ve hayatımızı kolaylaştıran her türlü buluş çalışmanın, aklın ve ilmin eseridir. İlmin gelişmesi sürekli ve düzenli bir çalışmayı gerektirir. Başarmanın önündeki en büyük engel uyuşukluk, miskinlik ve tembelliktir. Amerikalı bilim insanı, yazar, diplomat ve siyaset adamı Benjamin Franklin, “Hayatı seviyorsanız, zamanınızı israf etmeyiniz. Zira zaman hayatın ta kendisidir.” der. Boş yere vakit geçirmenin ve tembelliğin kötülüğü ve zararı, bundan daha iyi ifade edilemez. Gerçekten de, tembellerin hayat ve ilim adına herhangi bir çalışama yapmalarını ve faydalı işler üretmelerini beklemek, bir hayalin peşinde koşmak olur. Bizim, bu tür insanları çok güzel anlatan, ortalıkta gamsız, işsiz-güçsüz dolaşan, hiçbir işe yaramayan kimseler için kullanılan, “Boş gezenin boş kalfası,” “Bir baltaya sap olmamak” ve “Dünya yansa bir kalbur samanı yanmamak” gibi çok güzel, çok anlamlı deyimlerimiz vardır. Bunları anlamak, yaşamak, hayata geçirmek ve elbet yeni nesilleri de buna uygun bir eğitim vererek yetiştirmek ve hayata hazırlamak lâzımdır. (devam edecek).