Türkiye modernleşme, kalkınma, gelişmiş ülkelerin ilim, teknoloji ve medenî değerlerine ulaşma gayretlerine yaklaşık iki asır önce başlamış, şüphesiz bu yolda çok önemli ve dikkate değer bir mesafe de almıştır. Elbet daha pek çok eksiğimiz vardır. Fakat kıyaslamayı sadece zengin ve kalkınmış devletlerle yapmamak lazımdır. Bu bizi doğru ve sağlıklı sonuçlara götürmez. Eğer karşılaştırma dünya ölçeğinde yapılacak olursa bizim gerimizde daha pek çok devlet olduğu görülecektir. O bakımdan karamsar ve ümitsiz olmamızın hiçbir gereği ve gerekçesi yoktur. İyi yoldayız ve inşallah çok daha iyi olmayı da başaracağız. Ama bu yan gelip yatmakla olmaz; el ele verip büyük bir gayret ve özveri ile çalışmamız şarttır. Sanayi alanında çok önemli işler yapılıyor. Bundan gurur duyuyoruz. Fakat tarımı, köylüyü ve çiftçiyi de ihmal etmemek, onları da teşvik etmek ve desteklemek lazımdır. Çünkü biz esasta bir tarım ülkesiyiz. Bizim, önemli bir kısmı bomboş, yoz, işlenmemiş ve bakımsız duran çok verimli topraklarımız vardır. Bunları da hakkıyla değerlendirmek lâzımdır. Dışarıdan buğday, ay çiçek yağı vb. gıda maddeleri ve ürünleri ithal etmek bize hiç yakışmıyor. Biz bunları ithal eden değil, ihraç eden bir ülke konumunda olmalıyız. Eğer yağ, un ve şeker olduğu halde helva yapmayı beceremiyorsak, bu bizim tembelliğimizden ve iş bilmezliğimizden kaynaklanıyor demektir. Yurdumuzun hemen her bölgesinde, ekilip biçilemeyen bir yığın arazi, bir o kadar da boş gezen insanımız vardır. Günümüzde tarım büyük ölçüde makineleşmiştir. Öyle sanıyorum ki, iyi ve doğru bir organizasyon yapılabilirse, boş arazileri değerlendirmek, pek çok işsizi iş sahibi yapmak ve böylece her türlü ürünü bol miktarda yetiştirmek de çok daha kolay bir hâle gelebilecektir. Bizim köylümüzün ve halkımızın büyük çoğunluğu toprağa bağlı insanlardır. Bu insanlar tembel de değildir. Üretim biraz da imkân işidir. Eğer bu insanlara o imkân verilirse, onlar her işin üstesinden kolayca gelebilirler.
Kalkınma dediğimiz olgu, sadece para pulla, yeteri kadar maddî imkâna sahip olmakla ilgili bir kavram değildir. Mevcut imkânları verimli bir şekilde kullanmak, işlemek ve faydalı bir işe dönüştürmek için, hangi iş kolunda olursa olsun, orada çalışan insanların bir deneyime ve sağlam bir bilgi birikimine sahip olmaları yeterlidir. Bunun için mutlaka herhangi bir okuldan diploma alınması da şart değildir. Önemli olan tecrübe ve deneyimdir. Bu da ancak yaparak ve çalışarak kazanılır. Biz sayısı gittikçe artan genç bir nüfusa sahibiz. Bunlar eğilimlerine, yeteneklerine ve çalışacakları alanlarla ilgili olmak üzere açılacak kurslarda, okullarda ya da herhangi bir iş yerinde usta-çırak ilişkisi içinde çalıştırılarak teorik, pratik ve teknik bilgilerle donatılabilir ve bir iş, bir sanat ve bir meslek sahibi yapılabilirler. Bu teşvik edilmeli ve desteklenmelidir. Bu kolay ve mümkündür. Çevrenizde kısa bir araştırma yapacak olursanız, pek çok esnafın ve işletmecinin çalıştıracak eleman, yetiştirecek çırak bulamamaktan yakındığını görürüsünüz. Yaşamak ve bir iş ya da bir meslek sahibi olmak için mutlaka şu ya da bu okulu bitirmek şart değildir. Kaldı ki, günümüzde bırakın ortaokul ve lise mezunlarını, üniversite mezunları bile iş bulmakta zorlanıyorlar.
Bu sebeple, daha kolay iş buluruz düşüncesiyle üniversite kapılarının önüne yığılmanın, boşu boşuna dört beş yıl kaybetmenin dışında başka hiçbir anlamı ve faydası yoktur. Bu yazıyı yazmama, vaktiyle birlikte bir uçak yolculuğu yaptığımız Kayserili bir iş adamının söylediği su sözler sebep olmuştur. Yol arkadaşımın özetle şunları söylediğini hatırlıyorum: “Hocam, bizde işsizlik sorunu pek yaşanmaz. Herkes mutlaka kendine göre bir iş bulur ve çalışır. Bizde işin iyisi kötüsü de olmaz, iş iştir. Biz çocukları ona göre eğitir, yönlendirilir, yetiştirir ve hayata hazırlarız. Çocukları ilkokuldan önce çoğunlukla bir iş yerine çırak olarak veririz. Bu çoğu zaman bir ücret karşılığı da olmaz. Önemli olan çocuğun bir iş, bir sanat, bir meslek öğrenmesidir. Çocuk hayata dair ilk eğitimini burada alır. Artık o, koluna bir altın bilezik takmış, ticaret ve iş hayatının, belli bir işin, bir sanat veya mesleğin gereklerini ve inceliklerini öğrenmiştir. Eğer okumaya hevesli değilse, ailesi onu hiç zorlamaz. Kedi işini kurması için onu teşvik eder ve destekler. Böylece çocuk ya kendi işini kurar ya da bir işyerinde çalışmaya başlar. Yani işsiz kalmaz.”
Demek oluyor ki, her şeyi devletten beklemeyen, bir yolunu bulup kendi problemlerini kendisi çözen akıllı ve becerikli insanlarımız da var. Gerekli eğitimi vermek suretiyle bu tür becerikli, yaratıcı, yapıcı ve üretici insanların sayısını artırmalıyız. Eğer bunu başarabilirsek kalkınma yolunda daha kolay mesafe alacağımıza, işsizlik problemini çözeceğimize, tüketici bir toplum olmaktan çok, üretici bir toplum olacağımıza da hiç şüphe yoktur. Laf üretmeyi bırakıp bir yerden başlamalıyız.