Devleti, millet meydana getirir ve onu, ordusu korur. Millet; dil ve kültür birliği varolduğu müddetçe kendisini devam ettirebilir ancak, ordusuz bir Devletin yaşaması mümkün değildir.
Başka yerlerde numûne aramaya da gerek yoktur çünkü Türk târihi bunun acı-tatlı örnekleriyle doludur. Bugün ve yarının Türk neslinden, onlardan, sâdece ‘ibret’ alınması beklenmektedir.
Demek ki; ordu/silâhlı kuvvetler, devlet ve millet hayatı için en lüzûmlu bir teşkilâttır.
Türk kara ordusunun kuruluş târihi; Hüseyin Nihal Atsız’ın îkazı veya teklifiyle, târihçi Yılmaz Öztuna’nın da sonradan kabûl ettiği ve ilgili makamlarca da karara bağlandığı, Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkış târihi olan M. Ö. 209 yılı kayda alınmıştır.
Muhakkaktır ki; dil, millet olmanın birinci şartıdır. Kültürü yaşatan odur. Fakat, düşünelim ki, ‘çatı’ teşkilâttan yâni devletten mahrumsunuz. Milletsiniz ammâ, dağınıksınız, başınıza buyruksunuz ve toplu olarak, müşterek hareket inisiyatifiniz yoktur.
İşte, bu noktada; dil birliği, Devlet olmada öncü rolü oynar. Bir mekânda, müşterek bir kültür yapısıyla tutunursunuz. Fakat bu, istikbâl için, kat’iyyen yeterli değildir!..
Çünkü; bu Devlet’in yaşaması için, mutlak sûrette bir ordu’ya hem de kuvvetli bir ordu’ya yâni bir caydırıcı bir silâhlı kuvvetlere ihtiyaç vardır.
Elbette ki, ordu’nun birinci önceliği, yetiştirilmiş insan gücüdür. Ardından, çağın şartlarına uygun hattâ daha da ileriyi hedef alacak silâhları temin etmek lâzımdır. Bu için; ‘millî silâh sanayi’ zarûreti, Devlet’in devam etmesinin yegâne unsurudur.
Bu bakımdan; millî iktisat da, tıpkı, dil gibi tıpkı, millî kültür gibi; tıpkı, ordu gibi; bütün bu unsurlarla birlikte düşünülmesi gereken husustur.
Bunların tahakkuku için ne lâzımdır?
Bir defa; Devlet kasasının sıkı bir şekilde murakabe edilmesi; gereksiz ve üretimi artırıcı olmayan faaliyetlerden sakınılması; israfa asla ve kat’iyyen fırsat verilmemesi; yeraltı ve yer üstü servetlerinin talan edilmemesi; bürokrasi denilen Devlet çarkını yürütenlerin liyâkat sâhibi, ahlâklı, bilgili, tecrübeli ve koruyucu olması şarttır.
İktisadı çökertilen bir devletin ordusu da acze düşer!..Sâdece bununla kalmaz, topyekûn çöküşe geçer!..
Millî birliğin sâdece bir unsuru yoktur: Millî kültür ne kadar elzem ise, millî iktisât da o kadar elzemdir. Millî iktisat ne kadar hayatî ise, ordu da o kadar hayatîdir. Yalnız şu var ki, ordu olmayınca, Devlet’in hiçbir unsuru ayakta kalamaz.
Şâir ve yazar Yavuz Bülent Bâkiler, “Vay Başıma Gelenler” adlı kitabınında, “Askerlik: Kara Sevdam” başlıklı bölümünde şöyle diyor:
“1980 yılından sonra, resmî vazifelerle Türk Cumhuriyetlerine gittim geldim. Gezip gördüğüm her Türk Cumhuriyeti, Rus işgali altındaydı. Rusya, bizim tarihimizin, dilimizin, dinimizin, vatanımızın en büyük düşmanlarındandır. Gittiğim her Türk Cumhuriyetinde soydaşlarımıza sordum:
-Bu toprakları, Ruslara nasıl kaptırdınız? Rus boyunduruğu altına nasıl girdiniz?
Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Kırgızistan’da, Kazakistan’da soydaşlarımız ağız birliği etmiş gibi bana hep aynı cevabı verdiler:
-Ordumuz yoktu! Ordumuz yoktu! Ordumuz yoktu! Dediler.
Allah’a inandığım gibi inandım ki:
Ordusuz devlet, ordusuz millet, ordusuz vatan kat’iyyen olmaz! Namusuzum, şerefimiz, dilimiz, dinimiz, vatanımız, hürriyetimiz çok güçlü, çok vurucu, çok caydırıcı bir ordunun varlığını bağlıdır
Ordumuz, zaman zaman hükûmet darbeleri yapıyor. Bunlar, çok yanlış hareketlerdir. Ordumuz zaman zaman, benim çok sevdiğim devlet ve siyaset adamlarını düzmece mahkeme kararıyla asıyor, cezaevlerine sokuyor. Bunlar, kat’iyyen onaylamadığım davranışlardır.
Bütün bu yanlış davranışlara baktığımda da diyorum ki:
Ordusuz millet, ordusuz vatan, ordusuz Türkçe, ordusuz din olmaz! Varlığımızı ordumuzun güçlü, vurucu, caydırıcı olmasına borçluyuz!..” (Bknz. Yavuz Bülent Bâkiler, Vay Başıma Gelenler, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, Haziran 2021, Sf. 75)
Düşününüz ki, bütün bu Türk Cumhuriyetlerinin her şeyleri vardı. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri, derin ve engin, muhteşem kültürleri de vardı...fakat, yegâne direnme ve ayağa kalkabilme hamlesi ancak “millî ordu” ile olabilmektedir.
O hâlde; Türk milleti olarak, bütün kıymetlerimizin başına “millî” sıfatını getirerek ciddî hamlelerle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni her cephede, cihânşümûl yapma azminde bulunmalı ve Türk Dünyâsı’nın kutlu birliği yolunda hedef tespit etmeliyiz.
Boş lâf ve kuru çağdaşlık edebiyatıyla, birbirimizle çekişerek değil, iştişâre ederek, tahammül ve sabırla, hakîkî mânâda çalışarak, gönül, kafa ve bilek gücüyle bu zorlu yolları aşmalıyız!..