Her türlü bilginin ve kültürün yolu kitaplardan ve kütüphanelerden geçer. Aklın ilacı kitaptır, bilgi ve kültürdür. Sürekli okuyup yeni bilgiler edinemeden yaşayanlar, hayattan hakkıyla zevk ve lezzet alamazlar. Çünkü onlar, insanları tanımada, onlarla olumlu ve yapıcı ilişkiler kurmada, iyiye, güzele, doğruya, hakka ve haklıya ulaşmada zorluk çekerler. Biz, “oku” ilâhî hitabıyla okuyup öğrenmeyi emreden, ilim nerede ise ara, bul ve al diyen bir dinin mensuplarıyız. Kendimizi ve çevremizi ancak okuyup öğrenerek tanıyabiliriz. Türkmen kocası Yunus, “okumak kendin bilmektir.” diyor. Okuyup öğrenmeden yaşayanlar, cahil kimselerdir. Onlar kendilerini tanıyamaz, dünyaya gelişlerindeki sırrı ve hikmeti, neden “eşref-İ mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi) ve “zübde-i âlem” (âlemin aslı ve özü) olduklarını kavrayamazlar. Eskiler, aşkın ilmin yarısı olduğuna inanır, diğer yarısının da okumak ve öğrenmek olduğunu kabul ederlermiş. Büyük kültür ve medeniyetleri de ancak böyle bir idraktan yola çıkanlar yaratabilirler. Atalarımız, bir ölçüde de olsa bunu başarmışlardır. Biz maalesef o aşka yabancı ve okumayı sevmeyen nesiller yetiştirdik, yetiştirmeye de devam ediyoruz. O sebeple, eğer tez zamanda gerekli tedbirleri alıp çocuklarımızı internet bağımlısı olmaktan kurtaramaz, onlara okuma, sorgulama ve araştırma alışkanlığı kazandıramazsak, geleceğe güvenle bakmamız çok zor olacak, belki de hiç mümkün olmayabilecektir.
Günümüzde okumamak maalesef pek çok aydının bile başlıca çıkmazlarından birisidir. Sanki onlara okumak değil, okumamak alışkanlığı kazandırılmıştır. Medya ve magazin kültürü ile yetinmek onlara yetiyor, hatta fazla bile geliyor. Ben, seksen yılı aşkın ömründe kendi uzmanlık alanı ile ilgili neşriyatı bile hakkıyla takip edip okumayan pek çok aydın tanıdım. Bunlar arasında sözüm ona ilim adamı geinenler bile vardı. Kitap okumaya vakitleri olmadığını, fakat kitap okumadan da işleri idare edebildiklerini söyleyen bu çeşit insanların çoğu, bir makama gelmeyi, bir koltuk, bir rütbe, bir unvan ya da bazı konularda bir miktar kültür ve bilgi sahibi olmayı, aydın (münevver) olmak için yeterli sanıyorlar. Bilmiyorlar ki, insanı gerçek anlamda münevver, yani aydın yapan bunlar değil, okuyup öğrendikleri, bilgi ve kültür zenginliği, insanları tanımada, insanlar ve olaylar arasında olumlu ve yapıcı ilişkiler kurmada, çalışmada, üretmede, karşılaştığı problemleri çözmede gösterdiği başarıdır. Kedisine tevdi edilen makam, rütbe ve unvanın hakkını verebilmesidir. Sahip olduğu her türlü insanî ve ahlâkî değeri, çevresine faydalı olacak şekilde ortaya koyabilmesi, ruh ve madde arasında bir denge kurmuş, saygıdeğer bir kişilik kazanmış, sevmeyi, acımayı, âdil ve merhametli davranmayı, paylaşmayı prensip edinmiş olmasıdır. Hiç şüphesiz bütün bunlar insana ancak okuyup öğrenmenin, zengin ve sağlam bir kültürel altyapının ve bir bilgi birikiminin kazandırabileceği üstün değerler ve meziyetlerdir ve elbet bunların kazanılmasında okuyup yeni bilgiler edinmenin payı asla inkâr edilemez. O itibarla, aydın olmak iddiası ile ortaya çıkan herkesin, sürekli okuyup yeni bilgiler edinmesi ve kendisini yenilemesi gerekir. Günümüzdeki uygulamanın nasıl olduğunu doğrusu pek de iyi bilmiyorum, ama eskiden ortaokul ve liselerde fizik, kimya, cebir ve matematik gibi pozitif dersler yine ağırlıkta olmakla birlikte, yurttaşlık bilgisi, tarih, edebiyat, felsefe, sosyoloji, mantık, müzik, resim ve yazı gibi dersler de asla ihmal edilmez, onlar da çok titiz ve dikkatli bir şekilde okutulur ve öğretilir, çocuklara kitap sevgisi ve okuma alışkanlığı kazandırılırdı. Eğer aynı uygulama günümüzde de devam etmiyorsa bu çok büyük bir eksikliktir. En kısa zamanda giderilmesi gerekir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin doğru dürüst düşünmeyi, tarihî ve kültürel zenginliklerimizi, geleneklerimizi, örf ve âdetlerimizi bilip öğrenmesi, çevreleriyle olumlu ve yapıcı ilişkiler kurabilmesi ve milletimizi çok iyi tanımaları ancak böyle mümkün olabilir. Mevcut eğitim ve öğretim uygulamaları ile bunu sağlamak pek mümkün olmamıştır, olacağı da yoktur.(devam edecek).