Peyami Safa (1899-1961), Türk romancılığındaki mühim ve üstün yeri kadar, dîğer nesir edebiyatımızın da altın kalemlerinden biridir. 1956’da Milliyet Gazetesi’nde yazdığı “Bir Hâtıra ve Bir Düşünce” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Bir san’atkâra ve ilim adamına gösterilen saygı onun şahsına değil, temsil ettiği san’ata ve ilmedir. Osmanlı imparatorlarının çoğuna, memleket dışında zaferleri, memleket içinde kalkınma başarılarını sağlayan hareket, devirlerinin seçkin fikir adamlariyle devamlı müşâvere hâlinde bulunmalarıdır. Böylece, her adımlarında, yollarını bilginin ışığıyla aydınlatmışlardır. Bir Alman tarihçisinin dediği gibi, Osmanlı İmparatorluğuna azamet veren şey, yalnız ordu ve teşkilât kuvveti değil, hepsinden daha üstün, ilim ve san’at aşkı, kültür aşkıdır. “ (Bknz. Peyami Safa, Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, Sf. 166)
Umûmî Türk fikir hayatında, iç-dış irtibatının gevşediği zamanlarda çöküşler başlamıştır. Doğu-Batı arasındaki fikir alışverişleri, hernekadar bir rekabet vesîlesi ise de, her şeye rağmen, insanlık âlemi için müşterek bir gaayeye matuftu. Şüphesiz ki, yine de öyledir.
Millî kıskançlıklar, menfaatler ve kültür çatışmaları bunda müessir olmasına rağmen, yine de milletlerarası müşâvere devam etmektedir. Çünkü; günümüz teknolojisi, artık sınırları aşmış ve ulaşılmazlık ‘sır’ olmaktan çıkmıştır.
Bu sebeple; bu teknoloji, liyâkat sâhipleri için bulunmaz bir nimet ve fırsattır.
Peki, edebiyatçılarımız, bu teknolojiden ne derecede fayda sağlamaktadır? Bütün bu gelişmelere, fikir alışverişlerine, karşılıklı müşâvere veya çatışmalı da olsa salvolar karşısında Türk şiiri, Türk romanı, Türk tiyatrosu, denemesi, hikâyesi nerededir?
Ümitsizlik vermeyeyim!..O kadar da değil deyip, biraz f(i)rene basayım ammâ, garip hâller peşindeyiz.
Çoğu kez, sathî ve muhakemesiz yürüyoruz. Henüz ‘ben’den çıkıp, ‘bizleşememişiz’ ve böylece, birbirimizin yaptığından da çok haberdar değiliz.
Dikkat edilirse, ‘temkinli’ konuşuyorum. Mutlaka bir pay bırakıyorum. Çünkü; ‘münferit’ gayretler, bu mes’elenin pek çok cephesini örtüyor/göstermiyor.
“Kültür, san’at ve eğitimde’ geri oluşumuz/kalışımız ise, bir sır değil!..
Bu ‘üç’ temel değerde, başarılı olamayan bir nesil, hangi değerlerde dünyâ sathındaki mücâdelesini sürdürebilecektir?
Medeniyetler; bu ‘üç’ değer üzerinde inşâ edilir, devam ettirilir ve cihânşümûl olma yolunu açar. Bu da; kendi kıymetlerimizle, dünyanın önünü açan icat ve gelişmeleri tâkiple mümkündür.
Biz; maarif sistemimiz içersinde, ne millî kültür değerlerimizi benliğimize sindirecek şiirimizle, edebiyatımızla, mûsıkîmizle, dînî mes’elelerimizi kavrayıp hazmetmekle, târihî ve felsefî tahlillerimizle yoğruluyoruz, ne de matematik, fizik, kimyâ, biyoloji veya astronomi gibi fen sahalarında yarışmamız gereken hususlarla -yeterince-haşir-neşir olabiliyoruz.
Çok müşâhede ettim; bizim edebiyatçılarımızın ve fikir adamlarımız ekserisinde, çoktandır ve sıkça, Batı’dan numûnelerle makalelerine takviye yapma modası mevcuttur. Olmasın mı? Olmamalı mı?
Hayır!..Elbette olmalı!..Fakat; illâ da şu F(ı)ransız şâiri, bu Alman filozofu veya Rus, Hint veya Çinli’yi bir dipnot olarak kayda geçirmeyi huy edinmek niyedir?
Târih içinde, o kaynakların pek çoğunun bizim değerlerimiz arasında bulunduğu bile dikkate alınmayan çalışmalara rastlıyoruz.
Peyami Safa’nın ifade ettiği; “Bir Alman tarihçisinin dediği gibi, Osmanlı İmparatorluğuna azamet veren şey, yalnız ordu ve teşkilât kuvveti değil, hepsinden daha üstün, ilim ve san’at aşkı, kültür aşkıdır.”
Görüyorsunuz ki, yine bir yabancıdan/Alman tarihçiden bahisle bir makale vücûde getirdik.
O hâlde; “kültür, san’at ve eğitimde” başaramadık ezikliği yerine, bunları takviye edici ve geliştirici çâreleri aramak, bulmak ve tatbik etmek zorundayız!..
Yolumuz, “başaracağızda’ birleşmeli ve ‘başardıkta’ söz sâhibi olarak konuşmalıyız!..