Sözün tamamı şöyle : “Kararı veren ben olduktan sonra ha Said ha Kamil ne fark eder?”
Siz “Said kim, Kamil kim” demeden ben söyleyeyim.
Said dediğimiz Mehmet Said Paşa, “Küçük” lakabıyla tanınır. Sadrazamlık makamına tam dokuz defa oturmuştur. Bunun yedisi saltanat ikisi de meşrutiyet dönemindedir.
Kamil dediğimiz de “Kıbrıslı” lakabıyla anılan bir diğer sadrazam Mehmet Kamil Paşa’dır. Bu da o koltuğa ikisi saltanat ikisi de meşrutiyet döneminde olmak üzere tam dört kere oturmuştur.
Yukarıdaki sözün sahibi de bunları hem getiren hem de götüren iradenin sahibi Sultan II. Abdülhamit’tir. Getiren O, götüren O olduktan ve de kendi ifadesiyle “kararı veren” kendisi olduktan sonra ha Said ha Kamil ne fark eder?
Bakmayın siz Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Abdülhamit Han bir karış toprak kaybetmedi” ya da “II. Abdülhamit’i İttihatçılar astı” demesine. Abdülhamit Han bugünkü Türkiye’nin iki katına yakın toprak kaybetti ve asılarak değil eceliyle öldü. O yanlış Sayın Cumhurbaşkanının değil o metni yazıp promptere(elektronik suflör) yükleyenlerindir.
Tek adam rejiminin en veciz ifadesidir Sultan II. Abdülhamit’in yukarıdaki sözleri. Gerçi günümüz demokrasilerine uymazsa da -hatta düşünülmesi bile akla ziyan olsa da- o dönemin bir gerçeğidir tek adamlık.
Öyle ya “son sözü o söyledikten sonra” ne anlamı vardır hangi makamda kimin oturduğunun? Orada oturanın görevi itiraz değil itaat olduktan sonra ne değişir ki?
Kayıtsız şartsız itaat edene değil inanarak itiraz edene ihtiyaç vardır devlet hayatında. Rejim ister monarşi, ister meşrutiyet, isterse cumhuriyet olsun devlet kadrolarının liyakatli, ehliyetli ve vasıflı insanlardan oluşması esastır. Devlet ancak böyle yaşar. Aksi halde mazisi ne kadar şanlı olursa olsun yıkılır. Osmanlı İmparatorluğu bunun tipik bir örneğidir. O şanlı mazi yıkılışı ne yazık ki önleyememiştir.
Bu sadece devlet yönetiminde değil fikir ve kadro hareketlerinde de geçerlidir. Genel başkana itirazsız biat etmeyi “davaya sadakat” diye sunmak fikir ve kadro hareketini dumura uğratmaktan başka bir sonuç vermez.
Türk siyaset ve fikir hayatının Saidlere ya da Kamillere değil “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanlara ihtiyacı vardır. Cumhuriyet ve devlet ancak böyle nesillerle yaşar ve millet ancak böyle insanlarla yükselir.
Atatürk hedefi ne güzel koymuş: “Yüksel Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur.”