Neredeyse iki aydır yazmıyordum.
Yarın 9 Eylül; yazmasam olmaz; yazacağım. Hem de inadına…
Hem Rum’un hem İsmail’in inadına. Rum dediğim Romalı değil Yunan, İsmail dediğim de malum, bir zamanlar Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dâhinin, bir kahramanın, bir millet sevdalısının koltuğuna oturma şansını yakalan şu bizim İsmail!
“Bırakın 9 Eylül’ü, kurtuluş filan yok, emperyalistler alacaklarını üç dört misli ile aldılar ve gittiler” mealinde bir şeyler söylemişti.
O böyle derken ondan birkaç gün sonra bu ülkenin Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Yunan’a “İzmir’i unutma” diyerek meydan okuyor ya da gözdağı veriyordu.
İzmir, şu “dağlarında çiçekler açan” ve “altın güneş ordunun sırmalar saçtığı” İzmir, kurtarıldı mı, yoksa bırakılıp gidildi mi?
Bunlardan sadece birisi doğru; ama hangisi?
9 Eylül masal değildir kutsaldır.
9 Eylül son hedef değil ilk hedeftir. Son hedef yok, sonraki hedefler var: Hatay bir sonraki hedeftir bu büyük millet için, Kıbrıs ise ondan sonraki hedef.
Bir kutlu aydır Ağustos. Bir taraftan Malazgirt diğer taraftan Büyük Taarruz, ikisi de aynı gündür. İlki bir günde başlayıp bitmiştir. İkincisi 4 gün 4 gece sürmüş, 30 Ağustos’ta Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarihi emrini vermiştir: “ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR; İLERİ…”
O günlerde Ege Denizi diye bir kavram yok bizde, hem güneyimize hem batımıza “ak deniz” diyoruz. Onun içindir ilk hedefin Akdeniz oluşu. Yoksa ne komut yanlış ne de ordunun vardığı nokta.
Siz bakmayın İsmail’e de Püsküllü Kadir’e de.
Milli Mücadele vardır ve tüm insanlığa, bu arada “Şarkın tüm mazlum milletlerine”, bir başka ifadeyle de İslam Alemine örnektir. İlk ve tek millettir Türk Milleti İslam Aleminde esarete hayır diyen, “Garbın tek dişi kalmış canavarına” meydan okuyan ve yenen.
Sadece “Garbın tek dişi kalmış canavarlarına” karşı bir zafer değildir Milli Mücadele aynı zamanda işbirlikçilere, hainlere, asilere, eşkıyalara ve payitahta(başkente) karşı kazanılan bir kutlu zaferdir.
Kaçanlar sadece Yunanlılar, bırakıp gidenler sadece İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar değildir, taç ve taht sahipleri, damatlar, başbakanlar, bakanlar, yazarçizerler ve nice fetva sahipleri de o kervanın yolcusudur o süreçte. Kimi Türklüğünden istifa etme zilletine düştü düşman topraklarında kimi son padişahın paralarını yedi, tüketti Marsilya kumarhanelerinde.
Olmasaydı o şanlı mücadele, geçmeseydi başa o Başkumandan ve kazanılmasaydı Sakarya ve 30 Ağustos zaferleri ne Türklük kalırdı Anadolu’da ne de Müslümanlık!
Açın okuyun Sevr’i, bakın, Batı Anadolu’da nasıl bir devlet kuruluyor ve Doğu Anadolu Ermeni’ye nasıl peşkeş çekiliyor? Kapitülasyon denen kepazelik nasıl genişletiliyor, nasıl yaygınlaştırılıyordu. Ordu nasıl dağıtılıyor, asker sayısı nasıl azaltılıyor, padişahın eli kolu nasıl bağlanıyor ve limanlar nasıl düşmana teslim ediliyor?
Eğer bu topraklarda hala varsak ve hürsek ve Cumhurbaşkanımız Yunan’a meydan okuyorsa/okuyabiliyorsa biz bunu o şanlı destana ve o destanın kahramanlarına borçluyuz.
Nur içinde yatsınlar…
Bu yazıyı o şanlı destanın başkumandanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin banisi(kurucusu) Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle bitireceğim:
“BU TOPRAKLAR TARİHTE TÜRK’TÜ, BUGÜN DE TÜRK’TÜR VE EBEDİYYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR…”