Maârif’in birçok mânası vardır. Bizde, yaygın olarak kullanılanı, eğitim ve öğretim sistemi’dir. Geniş olarak ise: ”İlim ve tekniğin her alanda yayılıp gelişmesi için ilmî müesseseler, okullar açan ve onların faaliyetlerini kontrol altında bulundurup yol gösteren teşkilât, Millî Eğitim Bakanlığı” (Bknz. Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugati, İstanbul 2011, Sf. 749) olarak târîf bulur.
İnsan, yaşadığı sürece, dâima yeni şeylerle karşılaşır ve her hâdise, ona, belli bir tecrübe kazandırır.
Böylece; insan, dâimî bir “öğrenme-öğretme ve tecrübe kazanma” hâli içersinde bulunur.
Gerek kitaplardan ve gerekse hayattan kazandığı bilgi ve tecrübelerini, elbette ki, çevresine de sunar. Bu bilgileri, insanlığın hizmetine sunması da, ilim ve sanat yoluyla olur.
Burada, maâriften asıl kastım, sadece okullardaki eğitim öğretim değildir; topyekûn vatan sathındaki umûmî kültüre dayalı olan, yâni “müşterek bir millî kültür olarak’, târihî merhaleleri de içine alan, bugün yaşanılan hâl’dir.
Şâyet bu hâl, menfî ise, tedbirlerin zamanında ve usûlünce alınması şarttır. Kaldı ki, müspet dahi olsa, dünyanın bugünki vaziyeti göz önüne alınarak, her an tetikte bulunulması ve yarışta, mutlaka başarılı bir mevkiye yükselinmesi gerekir.
“Bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete” sözü meşhurdur. Bu sözü zihnimizden geçirdiğimiz zaman, işin vahameti görünmeye başlamıştır demektir. Öyleyse; böyle bir sözün, hiçbir zihinden geçmemesini sağlamak gerekir.
Kendimizle değil; kendimizi, dünyanın gelişmişliğiyle mukayeseye tâbi tuttuğumuzda, şâyet yeterli olması gereken seviyede olduğumuzu düşünemiyorsak, demek ki, yepyeni hamlelere ihtiyacımız vardır.
Bugün, bu hâl, dünya üniversiteleri arasındaki gelişmişlikle ölçülmektedir. Times Higher Education tarafından açıklanan 2023 sıralamasına göre, Türkiye’nin sadece üç üniversitesi ilk beşyüzüncü sırada yer alabilmiştir. Bunlar; Çankaya, Koç ve Sabancı Üniversiteleri’dir ki, üçü de “özel üniversiteler”dir. 204 üniversitemiz vardır ve hiçbir devlet üniversitemiz, ilk beşyüzde bile yer alamamıştır.
ABD’nin ilk onda yedi ve İngiltere’nin de ilk onda üç üniversitesi bulunduğunu düşünmemiz ve bundan ibret ve hisse almamız gerekir.
Almanya’nın umûmî nüfusu, bizimkiyle hemen hemen aynıdır. Ancak; bizim üniversite öğrenci sayımız, Almanya’nın üniversite öğrenci sayısının üç katıdır. Üniversite derecelendirilmesinde ise, Almanya, bizimkilerden fersah fersah önde bulunmaktadır. Yâni, istenen/aranan/arzu edilen ‘kalite’, bizde mevcut değildir.
Ne yazık ki, bu başarısızlığımızın sebepleri üzerinde ciddî olarak istişâre yapanımız da çok azdır.
“Üniversite-orta öğrenim-ilköğrenim-anaokulu/okul öncesi eğitim” veya “anaokulu/okul öncesi eğitim-ilk-orta öğrenim-üniversite” münâsebeti sosyolojik olarak, tahlil edilmelidir. Yâni; tavandan tabana veya tabandan tavana öğretim, masaya yatırılmalı ve çok iyi tetkik edilmelidir.
Önce hangisinden başlanmalı? Sorusu bir tarafa bırakılarak, meseleye topyekûn bakılmalıdır.
Siz, anaokulu’nda, İngilizce öğretmeyi bir mârifet sayıp, üniversite mezunlarınıza yeterli Türkçe şuûrunu verememişseniz, bundan öğünmek değil, utanmak gerekir.
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Hedef Türkiye adlı eserinde şöyle diyor:
“Türkiye’deki safdiller diyor ki: “Dünya küreselleşti, dünya İngilizce konuşuyor”. Cezayir, Tunus, Afrika kabileleri ise diyor ki: ”Dünya küreselleşti, dünya dili Fransızca oldu. “ Eski Sovyetlerdeki sözüm ona bizim akrabalarımız olanlar da diyor ki: “Hayır efendim dünya dili Rusça oldu, eğitim dili Rusça olsun”. Herbiri böyle bir şey diyor, hangisi doğru? Hepsi birden doğru olamaz, demek ki, birilerine bir şeyler yutturulmuş.”
Toplam olarak, ilk-orta ve üniversitelerimizde otuz milyon civarında öğrencimiz bulunaktadır. Okul öncesini de buna ilâve edersek sayı çok daha artar. Demek ki, nüfusumuzun yarısı, çocuk ve gençtir ki, bunların iyi bir eğitim- öğrenim görmesi, istikbâlimizi tâyin edecektir.
Düşününüz ki, “öğretmen yetiştirme mes’elemizi” hâlledememişiz. Öğretmen lisesi veya okullarının yeniden açılarak, bu okullardan “eğitim/öğretmen fakültelerine öğrenci geçişini sağlayıp köklü öğretmen yetiştirme p(i)lânımız yoktur.
Hâlâ “Kadrolu Öğretmen-Sözleşmeli Öğretmen-Uzman Öğretmen-Başöğretmen” gibi, esasa tesir etmeyen sözlerle oyalanılmaktadır. “Sözleşmeli öğretmen” ne demektir? Böyle bir “öğretmenlik” târîfi olur mu?
Hani, ders kitaplarının “sayısı” azaltılacaktı!..Hani, ders kitapları yeniden tanzim edilecekti!..Ne oldu?!
Maârif çelişkilerle, anlaşılmazlıklarla ve usulsüzlüklerle dolu bir sistemsizlik içersinde, ne yazık ki, artık, Türkiye’yi taşıyamıyor.
Köy okullarını ve öğretmen okullarını bile açamayan bir sistem, kendini yenilemekten ve insanını yetiştirmekten bahsedebilir mi?
Maksadım, asla ümitsizlik değildir. Ancak; yukarda ifade ettiğim gibi, anaokulunda İngilizce (Niçin sâdece İngilizce?) öğretmeye kalkışıp, üniversitelerinin dil bölümleri hâriç hiçbir fakültesinde yabancı dil öğretilmeyen bir sisteme şahit olmak istiyorsanız, bilin ki, o, bize mahsustur.
Maârif; geniş zeminli olarak, bütün milleti ihtiva eder. Okullarındaki eğitim öğretimi, gelişmişlik seviyesine yaklaştıramayan bir maârif, topyekûn umûmî kültüre dayalı “müşterek bir millî kültür eğitimini” nasıl sağlayacaktır, anlamak çok zordur.